Kayıtlar

2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Cafer, bezi hazırla...

Resim
Önüm arkam, sağım solum sobe, saklanmayan ebe... çok fena sobelendim... Çok zor bir gündü, gün bitti ancak yarın doğacak günün zorluğu bugünden kendini belli etti... yüz bin saat mesai yapmayı kabul etsem bile kendime, normale dönüş zor olacak... Cafer bez getir...

Köprüden önce son çıkış!

Resim
Köprüden önce son çıkış; Ne zaman bu cümleyi okusam, biran irkilir, sonra da telaş duygusu ile karşı karşıya kalıyorum... Doğru yolda olduğumdan emin olsam bile, bu cümleyi okuduktan sonra ikilem içerisine düşmemek mümkün olmuyor. İlk aklıma düşen; seçeneğim doğru olsa bile, tekrar üzerinde düşünmek... Örneğin; aracın ile köprüye yaklaşmaktasın, nereye gideceğini biliyorsun ve o an sorun yok. Aslında ne kadar kendinden emin olsan da, karşına çıkan beklenmedik olaylar sana bu ikilemi yaşatabilir. Bu da senin bu durumda neye sahip olduğunla alakalı... Ya da bu duruma ne kadar hakim olup, ne kadar istekli olduğunu gösterir... Çünkü sahip olduğun şeyin her zaman bir riskinin olduğunun farkında değilsindir. Durup düşündüğünde ancak fark edersin, farklı bir seçenekde ödeyeceğin bir bedel olduğunu fark edersin... İktisat da hep marjinal açıklamalar vardır. Belki de "marjinal ikame oranı" bu konuyu en kolayından açıklar bize; kişi X ve Y gibi iki farklı duygu yaşasın, farklı bileşim

The man with the beautiful eyes

Resim
Çocukluğumuzda bütün pancurları her zaman... kapalı tuhaf bir ev vardı ve hiç ses çıkmazdı o evden bahçesini sarmaşık sarmıştı severdik sarmaşıkla oynamayı Tarzan olduğumuzu hayal ederdik (her ne kadar Jane olmasa da) bir de balık havuzu vardı büyük bir havuz ömrünüzde görebileceğiniz en iri kırmızı balıklar yüzerdi o havuzda ve insana alışıktı balıklar suyun üstüne çıkıp elimizden ekmek yerlerdi ebeveynlerimiz bizi uyarmışlardı 'o evin önünden bile geçmeyin' biz de giderdik tabii ki o evde birinin yaşayıp yaşamadığını merak ederdik haftalar geçtiği halde kimseyi görememiştik... sonra bir gün bir ses geldi evden 'ALLAH'IN CEZASI KADIN' erkek sesiydi sonra ön kapı açıldı ve bir adam çıktı evden. sağ elinde bir şişe viski. otuz yaşlarındaydı ağzında puro vardı ve sakalı... uzamıştı saçı karmakarışıktı yalın ayaktı üstünde atleti ile pantolonu vardı ama gözleri parlaktı. pırıl pırıl parlıyorlardı ve bize bakıp 'küçük beyler eğleniyorsunuzdur umarım? ' dedi sonr

Ara-lık

Resim
Hangi aralıkda 2009 sona erdi de, 2010'a merhaba demeye hazırlanıyoruz! Yaşam bir kitap ise sayfaların sayısı gittikçe artmakta benim için... Hangi ara-lıkda okudum da çevrildi bu sayfalar, önemli olanların altını çizmişim besbelli, gelecek için bana bilgi kaynağı olacaklar. Ara ara küstüm de ben, ara ara sevindim de. Hangi ara-da geçti bu zaman demiyeceğim aslında... Bir yılı devirmeye hazırlanmak ve bunun farkına varmak için de yılın son ayı ara-lık'da bunu dile getirmeyeceğim... Çok sıkıştığımda ara-lardan kaçıverdim, kendime yol bulmaya çalıştım, ve yolum 2009 yılının ara-lığında... Ara-da kalmamak, ancak ara bulucu olmak güzel. Ara-mak güzel. Ara-dan kaçmak güzel. Ara-madan durmak pek güzel değil. 2010 yılında bir ara-lık yaratıp güzel anlarınızın olması dileğiyle. ARADA BİR Arada bir bir yanım Kaçsam diyor uzağa Katsam diyor önüme Canımı yorganımı Arada bir bir yanım Düşsem diyor tuzağa Geçsem dünyanın derdini Varsam cennetime diyor Ama o öbür yanım var ya öbür yanım Amma

Gerçeğinde de, filminde de iyi seyirler...

Resim
Bu hafta sonu iki harika film izledim. Biri henüz vizyona yeni girmiş bir film" Başka Dilde Aşk". Filmin ilk başları açıkçası çok sarmadı ancak sonrasında gelişen hikaye ve anlatılmak istenenler aynen işledi ruhuma... Oyuncular da hakkını vererek oynamış ve neden Altın Portakal ödülünü alamamışlar anlamadım değil. Özellikle de " Mert Fırat" çok çok güzel bir oyunculuk sergilemiş bu filmde. Filmi izlediğimiz sinemada ne tesadüf "Lale Mansur" da vardı. Bir an O'nun yerinde olmayı istemedim değil vallahi, yaşadığı haz duygusu herkese nasip olmayacak birşey sanırım. Tavsiye ederim "başka dilde aşk" izlenecek bir film. 25/12 Edit; Mert Fırat ile ilgili bir kaç şey yazmak istiyorum; Mert Fırat hakkında çok birşey bilmem, ancak geçen akşam tv de bir programa konuktu, sanki yıllardır tanıyormuşum gibi hissettim. Program sunucusu da aynı şekilde öncesinde tanımıyormuş kendisini, ancak o kadar akıcı bir sohbet gerçekleşti ki, program bitmek üzereyken &

Yön-etici/Yön-eticik

Resim
Yönetici olmak... Yön-etici olmak. Bu aralar nedense kelimeleri heceleyip, onları köklerine ayırıyorum. Anlamını bu sayede daha iyi algılayabiliyorum. Kelimenin kökü tam da ne demek istendiğini tek hece ile anlatıyor aslında. İyi bir "yönetici" kök hecesinden de anlaşıldığı üzere yön-verici olmalı. Karşına pek çok yol sunmadan, sana tek yol üzerinden yön-vermeli. Bu yolda ilerlemek için de cesaret verici olmalı ki sonrasında da yön-eticine güvenebilesin. Bugün bu kelimeyi heceledim durdum, yön-etici/ yön-eğitici. Ve ortaya şu çıkmakta; iyi bir yönetici olmak için sosyal ve duygusal yönünün güçlü olması şart. Hiyerarşi kültürü içerisinde çalışmak ve kendine bu yapı içerisinde kariyer edinmek zor bir meziyet. Meziyet kelimesi tam da uydu bu yön-eğiticilik durum açıklamasına. Bir kişiyi ya da bir nesneyi ele alalım. Bunları diğerlerinden ayıran özellik ne olabilir? Pek çok şey olabilir! Ancak bunun üstünlük gösteren bir şey olması gerekli. Üstünlükten kasıt tam da burada devreye

Türk

Resim
Şimdi düşündüm seni; varlığınla bir anda herşey değişebilir. Değişen tarih olur. Değişen coğrafya olur. Değişen iklim olur. Varlığınla tek şey değişmez; yaşadığın toprak değişmez, altında özgürce yaşadığın bayrak değişmez. Karakterin değişmez, ruhun değişmez. Damarlarındaki kan akacak olsa, bilirler ki rengi kırmızıdır. Aynı bağımsızlığının sembolu bayrağının rengi gibi! Değişen ne biliyor musun? Değişir dediğin şeyler tam da düşündüğün gibi değişti. Yönetim değişti, işleyiş değişti. Kararlar değişti. İstekler değişti. Düşündükleri, senin düşündüklerin gibi değil! Çünkü düşündükleri gerçek değil. Ancak bilirsin ki sen Türk'sün; bilirsinki bu hiç değişmez, değiştirilemez. Yazı; Fethiye Erkaş

Yakın Zamanda Aklımda Yer Edenler

Resim
-Uzun süredir giymediğim kabanımı bugün giydiğimde, elimi cebime atıp da bulduğum alışveriş fişleri beni melankolik yapmaya yetiyordu. Zamanın birinde bir akşam dışarı çıkmışım, çok eğlemişim, sonra birkaç DVD almışım, Ancak aldığım bu DVD ler bende değil başkasında. Faturayı okuduğumda hemen hatırladım bu DVD.leri ve kimde olduğunu? Acaba bunları hediye ettiğim kişi, bu filmleri izlediğinde hatırına düşüyor muyum ben (!)? -Dün güzel bir gündü, büyük ablam Çanakkale'den gelmiş, ortanca ablam da büyük ablam geldiği için bana geldi. Hep birlikte İkea mağazasına gittik. İşte günün olayı burada başlıyordu. Baya bir dolaşmıştık. Haliyle de yorulduk. Sonra yemek yedik bir alt kata indik ve ben aldığım eşyaları paketlemek üzere ablamlardan ayrıldım. Ne oldu ise o zaman olmuş. Kahve bölümünden su içilen bardaklar ile ablamlar kahve almışlar kendilerine. Bardak su bardağı olduğu için kahve bölümüne bir ücret ödememişler; farkında olmadan. Sonrasında tam benim yanıma geliyorlarken, bir mağaz

Etekleri Zil Çalmak

Resim
Etekleri Zil Çalmak Osmanli'da gayrimuslimler (hamamlarda saniyorum) giysi uclarina minik çanlar takmak ve yürüdüklerinde yerlerini belli etmek zorundaymislar. Etekleri zil calmak deyimi de buradan geliyor. Başka bir rivayete göre de; vaktiyle Anadolu’nun bir şehrinde, herkesin sevdiği, hürmet ettiği, keramet sahibi güler yüzlü, tatlı dilli bir kişi varmış. Bu kişinin, pabuçlarının sivri ucunda, cübbesinin eteklerinde yüzlerce ufak kuzu çıngırağı varmış. Uzaktan bu kişinin geldiğini herkes çıngırağın çıkardığı sesten anlarmış. Bu çıngırakları neden taktığını soranlara: —Efendim, insan bilmeyerek görmeyerek yerdeki karıncaları çiğneyebilir. Onları ürkütüp kaçmalarını sağlamak için olduğu kadar, tehlikeli ve zararlı hayvanlar da benim onları ezeceğimi anlayıp saklandıkları yerden kaçmak isterken ortaya çıkmalarına sebep olur, diye yanıtlarmış. Bir gün emniyet kuvvetleri bir takip sonucu pusu kurarak azılı harami çetesinin saklandığı yerden çıkmasını beklerken, o sırada çıngıraklı kiş

bir taş ile beş kuş vurdum bu yazıda....

Resim
Bu ayki Atlas dergisi editör köşesini okuduğumda düşündüğüm şey; bu yazıyı ben yazmalıydım oldu. Aslında bunu her ay söylüyorum. Kesinlikle bu yazıyı ben yazmalıydım, nasıl olur da kafa yormadım diye hayıflanıyorum kendime. Özcan Yüksek, her ay lezziz yazıları ile bana fark etmeyi, farkında olmayı ve nasıl farklı oluru gösteriyor. Özcan Yüsek; Atlas dergisi genel yayın yönetmeni. Aynı zamanda yazar, aynı zamanda kendisi hukuk eğitimi almış. Aynı zamanda mesnevi araştırmacısı. Ne düşünmek isterseniz var. Yüz yüze tanışmasam da kendisi ile sohbet etmek fırsatını yakaladım. 2009 mayıs ayı ve yine Atlas dergisini heyecanla almışım, sayfalarını çeviriyorum. Satıları okurken bitmesini istemiyorum yazının. Ancak yazının sonu gelse de bu yazı benim düşüncelerimde uzun süre yer ediyor. Buna ek bende yer eden başka şey de Atlas dergisinde çalışma isteğim. Bir şeyin olması için istemek yeterli değil, harekete geçmek gerekli değil mi? Ben de Atlas Dergisinin internet sayfasından bir mail adresi bu

Rüya...

Resim
Geçen gün bir rüya gördüm ki sormayın; aslında hedeflerim ve ideallerimin rüya da olsa ruhumun en derinlerinde saklı haz duygusunun açığa çıkmasıydı bu. Bu cümleyi kurarken ben bile ürktüm vallahi:) Ne oluyor orada? sözlerini duydum biran:)) Şuanki yöneticim bana ön ayak olmuş, tanıdığım biri ancak kim çıkartamıyorum, bu kişi ile çalışmaya başlıyorum. İlk iş günüm ve bana şu soru yöneltiliyor; Fethiye yazı yazma ile aran nasıldır? Yaratıcıklık yönün var mı? İlk kez anladığım dilden konuşuluyordu... Kendimi ifade etme duygum tavan yapmış gibi cevaplıyor sorulanları ve uzun uzadıya anlatıyordum... Tarif edilemeyecek şekilde mutluluk demiycem, ancak başka bir duyguydu benimki... İşte o ruh halinde gezinirken, birden irkildim ve gerçek dünyaya gözlerimi açtım. Hafta içi ve saatimin alarmı çalmadığı için uyaya kalmıştım. Saate baktığımda 08:00'i geçmekteydi ve benim çoktan işte olmam gerekliydi... Hangi iş mi? -Acıların çocuğuyum! Rüya da olsa süper birşeydi bu yaw... Şimdi rüyanın dev

Gittikçe Babama Benzemeye Başladım Ben!

Resim
Bu bayram fark ettim ki bayramı yaşatan tek büyüğüm babam kalmış! Bunu fark etmek elbette acı oldu. Ancak acılardır bizleri büyüten ve ayakta tutan. Kendisi Çanakkale’de yaşamakta. Yıllar yılı ezeli bir rekabet vardır aramızda. Kim daha başarılı, kim daha çalışkan, kim neleri başarmış? Dört çocuk sahibi babam bir tek beni acımasızca eleştirir. Önüme hep bir üst seviyeyi koyar, hadi bunu da başar der! Yıllar yılı süre gelen bu mesafeli ilişkimiz gün geçtikçe daha dostça daha arkadaşça bir hal almakta. Ve fark ediyorum ki, ben gittikçe babama benzemeye başlıyorum. Olaylara bakışım, duruşum gittikçe babam olmakta! Bir olay gerçekleştiğinde aynı tepkileri gösteriyorum, bazen bu durumu fark edip de kendime güldüğüm çok oluyor... Babam da dedem için aynı duyguları hissettiğinden bahsederdi. Bu bayram da sağolsun bizi ziyarete geldi Babam. Biz gidemediğimiz için babam geldi! Herkesin kendine göre planları olunca toparlanıp da gidemedik bir türlü Çanakkale'ye. Ben bayramın ikinci günü bir

azı çoğu; işte bu!

Resim
En çok ben, en çok ben! Hakettiğimi düşündüğüm en çok ben! Mücadele verdiğim ve beklediğim en çok ben! Bu yüzden en çok ben güldüğüm kendime! En çok ben merak ettiğim ne olacak diye? En çok ben, en çok ben! En hızlı ben koştum, En uzağa ben kaçtım belkide! En çok ben değer verdim! En çok ben Hatırladım seni! Hatırımda kaldın, Hatıralarımda kaldın! En çok sen en çok sen... Belki de bir tek sen vardın; iyiki de sen vardın! En çok sen, en çok sen değer verdin! Değerden öte sen kendindin. En çok biz! en çok ikimiz! azı çoğu... kaç yıl geçti aradan...

birkaç eksi ve birkaç artı

Resim
-2009 yılının son bayram tatilini de yaşadık ve bitti. Hafta başı Salı işe başlıyoruz... Bu yıl tatil yönenden kıt bir yıl oldu maalesef! -Artık sohbetlerin belden aşağı olmadığı sürece akıcı olmadığını arkadaşlarımla çıktığım bayram tatilinde bir kez daha anlamış oldum. Konu dönüp dolaşıp belden aşağı konulara geliyor, konuya katılmasam da bir şekilde bana bulaşıyordu. Kaç kadeh içmiş olsam da sarhoş olmayıp, sorulan sorular bu yüzden de saçma geliyordu. En son noktada söylediklerimin ucu başkalarına dokunuyor ve belden aşağı ben istemeden vuruyordum. -Öğrendim ki bilmediğin bir yere gideceksen kaliteden ödün vermeyeceksin! Bayram tatilinde Kıyıköy'e gittik, tesadüfen öğrendiğimiz ve hiç gitmediğimiz bir otelde yerlerimizi ayırttık. Tercih nedenimiz de çok ucuz olmasıydı; hatta bu fiayata kahvaltı bile veriyorlardı. Otele vardığımızda gördüğümüz manzara ve söylenenler bizi yeterince şoke ettmişti. Saat gecenin bir vakti ve otelin, otel olması için bin şahit gerektirir durumdaydı.
Çok uzun süreden beri dinlemediğim bir şarkıyı biraz önce tekrar dinleme fırsatı buldum. Bilgisayarımda kayıtlı albümleri karıştırırken rastladım bu şarkıya. Sanki ilk kez dinliyormuş izlemini yaşadım. Öncesinde dinlediğimde başka duygular yaşardım bu şarkıda şimdi ise başka başka duygular... Bu kez dikkatimi çeken yaşattığı duygu değil de; müziğin ritmi, şarkı sözleri oldu. Bana göre çok başarılı bir şarkı. Kısa bir süre önce bu grup tekrar bir araya geldi. Çok başarılar. 2005 yılı yanlış hatırlamıyorsam; 110 gurubu ve " özledim" seni şarkısı... Ayrıca; rockn coke 2005'te grubun vokalisti candan tezzel'in çok sevdikleri ve sanırım vakitsiz ölen bir arkadaşlarına ithaf ettikleri şarkıymış.

110+-+Ozledim+Seni

Resim
110 - Ozledim Seni

...

Son zamanlarda yaptıklarım hedeflerimin önüne geçemedi... Sevgim, cesaretimin önüne geçemedi... Çoşkum, tembelliğimin önüne geçemedi... Kahkahalar, gülücüklerimin önüne geçemedi... Cesaret, cesaret, cesaret; hepsi cesaretten ibaret... Çok severek mırıldandığım şarkı, müziğin önüne geçemedi. Şaşkınlığım, gerçeğin önüne geçemedi. Uykusuzluğum nedeniyle, adımlarım hızlı davranıp, işe yetişme telaşında, servisi yakalamak için bir adım öne geçemedi. Bugün Pazartesi günü, Pazartesi bile Salı gününü geçemedi, hafta Salı günü ile başlayamadı... Aşkım, gururumun önüne geçemedi. Enerjim, çoşkum, mutluluklarım günden güne geçmekte, Ancak gururum ısrarla kalmakta... Tesadüfler gerçeklere söz geçiremedi. Zaman geçti, bir hafta sonu daha geçti, Bir gün daha geçmekte... Uykusuzluğum geçmedi, Açlığım geçmedi, Kalbimin ağrısı geçmedi... Ekli yazıyı birkaç ay öncesinde yazmıştım, birkaç ay gibi kısa sürede bile insan hayatında değişim yaşayabiliyor. Yaptıklarımla hedeflerime gün be gün yaklaşmaktayım, s

PÜFFF

Resim
hafta bitiyor ama ben bu haftaya pek iyi başlamadım. Hele birşey var ki işle alakalı, beynim hala zonkluyor düşününce... beynimin sağ lobuna atsam olmuyor, sol lobuna atsam gene olmuyor...yer etmiş bir kere, dönüp dolaşıp tekrarlıyor kendini... çalıştığım kurum, çalışanlarına mail yoluyla bir anket hazırlıyor, ki bu anket, diğer anketlere benzemiyor, çok çok önemli! Ancak ilk mail bana ulaşmıyor o ara bir sorun var işte. Sonra ikinci mail gönderiliyor, "anketi cevaplayın" diyor. O gün de çok yoğunum kafamı kaşıyacak vaktim yok! Gerçekten de öyle, tüm hafta iş çıkış saatlerim üç saat rötar yaptı. Tabi ben son gönderilen maili de dikkatten kaçırıp anketi cevaplamıyorum. Ne oluyorsa bugün oluyor... Bölge toplantısındayım, performans toplantısı, hedefler derken bu anketten bahsediliyor ve bu anketi cevaplamayan bir tek ben varmışım. Bunu nasıl öğreniyorum; toplantıda koca ekranda sadece benim adım var. Bölge müdürüm; Fethiye burada mı diyor? Ben vücudum orada olmaksızın bir görün

ATAM!

Resim
Atam; Yıl 2010; neler değişti, kaç kuşak geldi geçti. Atatürkçü düşünce ışığında bizlere gösterdiğin yolda, emin adımlarla yürüyoruz. Atam; dedim ya çok şey değişti diye. Her çağın düzenine uyum sağlamış, bundan sonra da uyum sağlayacak Atatürkçü düşünce, ne üzücü ki artık suç sayılıyor. Atam; kurtuluş mücadelesi sonucu kazandığımız şuanki özgürlüğümüzü Türk Gençliği olarak daha nice kuşaklara aktaracağız. Son zamanlarda gurur duyduğum bu egemenlik zaferimizden bahsetmek, sevinçlenmek, eli silah tutan dağa tepeye çıkıp eşkiyalık yapan kişilerle aynı cezai baskıyı görüyor. Atam; biz bu aydınlık günlerin ne badireler atlatılarak kazanıldığını, bire bir şahidi olmuş ve bu onur ile yaşamına devam etmiş dedelerimizden dinleyerek büyüdük.Belki pek çoğu şuan hayatta değil! Bundan da memnun olan, "artık o günlerin canlı tanığı kalmadı" düşüncesinden kendilerine pay biçen ve o günleri unutturmaya çalışan bazı zihniyetler hakim! Ancak bu durumdan kendine medet uman ve sevinen kişiler

25 Kuruş Hikayesi.

Resim
"Paranın gözü kör olsun" lafını büyüklerimiz boşuna telaffuz etmemiş. Bunu dün daha iyi anladım. Normal şartlarda 250 kuruşun eksikliğinin bu kadar önemli olacağını düşünmezdim. Sadece 25 kuruş işte, olmayınca da olmuyormuş(!) Fark etmeden dün çok nakit tüketmiştim. Arkadaşım ile eve ulaşmak için dolmuşa binmek üzereydik ki, toplam paramızdan 25 kuruş eksikti. Bir an birbirimize baktık, sonra çantamızın her köşesini aradık, taradık. Cüzdanımızın kıyısını köşesini didikledik. Ancak yoktu; 25 kuruş yoktu... Düşünsenize sadece 25 kuruş, belki de normal şartlarda yere düşümüş olsa, önemsemeyebilir, almaya yeltenmezsin. Ancak o an bizim için çok önemliydi. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Yaklaşık iki saat öncesinde bu paranın 68 katını bir taksiye ödemiş, taksicinin uzattığı paranın üzerini almayıp" kalsın" demiştik... Ancak o durumda dolmuş söförüne paramızın eksik olduğunu söyleme cesaretini bulamıyorduk. Yapılacak şey bir banka atm'si bulmaktı. Yerini tahmin

...

Ekli yazıyı arkadaşımın blogunda gördüm bugün, geçen yıl yazmışım bu yazıyı... Aynı duygularım yoğun şekilde devam etmekte; özlüyorum! -------------------------------------------------------------------------------- Bir şeyleri özlediğinde ne yaparsın? Özlediğin şey ne ise onu bulursun değil mi? Ya da özlemini sonlandırmak için başka alternatifler üretirsin. Bu senin tercihine kalır. Ya hiç olmayacak birşeyi özlersen ne olur?Peki bu daha önce olan ama artık mümkün olmayacak imkansız birşey ise...? İşte o zaman anılar devreye girer ve seni ayakta tutar. Yoksa seni varlığından haber aldığın birini özlemekten ne alıkoyabilir ki? Benim özlemim annem için... Annnemi özlediğimi şuana kadar alçak sesle bile kendime itiraf edemedim. Annemden sonra ne kadar zaman oldu sayamadım da... Geçen zaman belki daha da ketum olmamı sağlayacak biliyorum. Aslında buna alıştım da demiyorum, sanırım özlemek duygusunu en ağır haliyle yaşıyorum. Annemin varlığının anlamını ve “O” olmadan yaşanan bu sürede, O&#

Milli mücadelelere şahsî hırs değil, milli ideal, milli onur sebep olmuştur.

Resim
Çok özel ve bir o kadar da anlamlı bir kaç söz paylaşmak istiyorum(!) İleri görüşlü olmak, lider olmak, sonsuzluk ile anılmak(!) Ben bir Türk olarak gururluyum, Atalarımın geçmişte verdiği mücadele sonucu yaşadığım bu özgürlüğe el uzatanlara, dil uzatanlara karşı sonsuz mücadelemi Cumhuriyetimiz'e sahip çıkarak, bu doğrultuda Atatük İlke ve İnkılaplarımıza bağlı kalarak yaşamımı devam ettireceğim. Vatan sevgisi ile dolu yaşama bağlılığım, benim inançlarım ve özgürlüğüm ile eş değerdedir. Bilirim ki, yaşadığım bu ülke en kıymetli varlığımdır; varlığımızdır. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda katıldığım fener alayı yürüyüşünde ilk önce 100 kişiydik, ancak geçen süre zarfında, belki yarım saatlik bir süreç bu, toplamda 5000 kişiye ulaştık. Hep bir ağızdan marşlarımızı söyledik, en sonda İstiklal Marşımızı okuduk ve ne kadar özgür ve değerli bir ülkede yaşadığımın farkına bir kez daha varıp, gururlandım. ATATÜRK DİYOR Kİ; Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle timsa

Ağustos ayında doğan bahtsız böcek

Resim
Ağustos böceği hikayesini bilir misiniz? Daha ilkokul yıllarında bir hikaye öğretildi bize, çalışkan karınca ile tembel ağustos böceği hikayesi... Karınca yaz sıcaklarında çalışır, ağustos böceği ise elinde gitarı ile şarkı söyler. Yani bir anlamda ense yapar. Sonra kış mevsimi gelir ve yaz döneminde çalışmayan ağustos böceği açıkta kalırdı. Halbuki hikayenin gerçeği bu değil, doğa başka şekilde sunuyor bu hikayeyi bize. Çünkü Ağustos böceği adından da anlaşılacağı üzere sadece bir ay yaşar. Ancak bu gerçeğin uzun bir geçmişi de var. Yaklaşık 17 yıllık bir bekleme süresi bu... Ağustos böceği yaşama merhaba demek için tam 17 yıl bekler. Toprağın altında bir lavrada, dünya yüzünü sadece 1 ay görmek içindir bu bekleyişi. Adı, yaşam şekli , buna bağlı olan mutluluğu, topu topu 1 aydan ibaret... Eğer dünyaya erkek olarak geldiyse, ağustos böceğinin işi çok daha zordur. Yaşaması gerekli bu bir aylık ömürde, şarkı söyleyerek etkilemesi gereken, kendine eş olarak seçeceği dişi ağustos böceğin

29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun!

Resim
İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!

la vie en rose- édith piaf

Resim
Sanatçı olmak nasıl birşeydir? Bu sıfata nasıl sahip olunur? Sanat; bir değer yaratıldığında onu kültüre dönüştüren yetenektir bana göre. Bir şeyleri beğenilme durumunda değerli kılmak. Göze, kulağa, hislere beğendirmek. Bünye bunu kabul ediyorsa, seçicilik varsa ve tek ise mantık devreden çıkıyor bana göre. Yapılan şey bir üst seviyede taşınır duruma geliyor. İşte sanat böyle birşey, seni çeken ve etkileyen şeyin peşinde koşuyor olman. Onu özel kılan ve değerli yapan da bu. Diğer etkenler önemsiz. La Vie en Rose" şarkısıdan bahsetmek istiyorum biraz. Fransızcam yok, ancak internet sağolsun ki, Türkçe çevirisi sayesinde şarkının hissettirdiği değer daha bir anlam kazanıyor. Bir sonbahar sabahında Paris sokaklarında yürümek hissini yaşatıyor her dinletide... Şarkıyı en iyi seslendiren kişi de bana göre, "édith piaf" sesindeki hüzün, karakteristik yorumu şarkının anlamını fazlasıyla hissetiyor dinlerken. Bu şarkıyı seviyordum ancak şimdilerde daha bir dinler oldum. Keyifl

Topkapı Sarayı Geçmişi Özlemiş!

Tarihin yaşayan tanığı;Muazzam bir kapı karşılıyor sizi... Neler görmüş, dili olsa neler anlatırdı acaba? Girişte öyle büyük bir avlu çıkıyor ki karşınıza, merak ve şaşkınlık içinde büyülenmemek elde değil. Bir süre sonra merak duygusu yerini öğrenmeye bırakıyor. Bu kadar şaşa ve gösterişin nedeni ancak bunu taşıyacak bir yaşam için yapılmış olmalı; Osmanlı İmparatorluğu(!). Burası İstanbul'un en güzel yerine konumlanmış; Topkapı Sarayı (!)...Fatih Sultan Mehmet 1478 yılında, İstanbul'a yakışacak ve şehrin güzelliğini yaşamak adına, yeni yapılacak sarayın Sarayburnu olmasına karar vermiş. Ne kadar haklı olduğunu bu dönemde bile anlamak zor değil. Hem Avrupa Kıtası'ndan her alanı görebilmek, hem de Asya Kıtası'nda görünür olmak. Öyle ki, saraydan bakıldığında o muhteşem Boğaz ayrımında bulunan Haliç Kıyı'larını dahi bu noktadan görebilmek mümkün.Ben de bu hafta sonu aynı açıdan baktım bu eşsiz manzaraya. Her ne kadar bu görüntü değişikliğe uğramış olsa dahi, o büyüyü
Resim
Kıvanç Tatlıtuğ gerçeği(!) Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu gerçek ile tanıştım! Genel olarak burnumun ucunu görmüyorum bu aralar, ancak tam da önümde durdu kendisi... İşte göz görünce de gerçeği inkar edemiyor bu bünye-ler; maalesef! Gerçek olan şu ki, zat-ı muhterem tartışmasız çok çok bakılası bir varlık. Tesadüf aynı spor salonuna gidiyormuşuz; geçtiğimiz gün karşılaşmıştık. Biranda karşımda duruverince, ilk kim olduğunu anlamadan o an, Allahım TR.de böyle bir varlık yaşayabilir mi düşüncesine büründüm!. Sonra gerçeği kabul ederek hem cinsleri de dahil olmak üzere bakar olduk kendisine. Söz meclisten dışarı; etrafda çok da kendine dikkat eden, spor yapan, özenli tertipli erkek görmek pek mümkün değil. Karizmatik olma adı altında bir tarz oluşturma çabasında, spor yapmayan, bunu da göbek dediğin erkek kasdır düşüncesinde savunan bünyeler çokça mevcut etrafda! Kıvanç Tatlıtuğ'u görme lütfuna eriştik, gerçekliğini de gördük. Allah sahibine bağışlasın diyelim... :))

Engelleri aşan, ışık hızında asansör:)

Resim
Hepimiz bir kez olsun metro duraklarında bulunan asonsörleri kullanmışızdır. Bu asonsörlerin öncelikli kullanım amaçlarını da biliyoruzdur. Yaşlı, hamile ve engelli kişiler için kullanılması gerekli olan uyarıları da okumuş, özeni de gösterme çabasında bulunmuşuzdur şüphesiz. Şahsen ben her sabah metro ile işe gitmek için bu asansörleri kullanıyorum. Kullanıyorum çünkü, tam da yolumun üzerinde.... Bu sabah da metroya ulaşmak için asansörü kullanmak istemiştim. Sıkılmadan da uyarı yazısını okumuş ve asansörün gelmesini bekliyordum. Geldi gelmesine de, içerisinde bulunan kişiler inmek için sırasını beklerken, kapılar bir anda kapanıverdi... Şaşkınlık bu ya; aslında bu durumu daha önce de yaşamıştım, asansörün kapıları açılıyor, ancak ne asansörde bulunan kişiler inmeye fırsat buluyor, ne de asansöre binmek isteyenler için bu mümkün oluyordu. Peki nasıl olur da bu hızda çalışan ve uyarı yazıları gözümüze gözümüze konulan asansörleri ihtiyacı olan kişiler kullanabilecekler di? Ki ben o k

İşi şansa bağlamak; hem de kör düğüm ile...

Resim
işi şansa bağlamak; hem de kör düğüm ile... Şans, şans,şans... Her zaman yanı başımızda olsun isteriz. Çünkü şansın bize getirileri her zaman iyidir. Taş atıp kolun yorulmaz.... Bazen olaylar hiç beklemediğimiz şekilde gerçekleşir, buna da şans deriz. Şans bazen birşeyler getirir, bazense birşeyler götürür bizden. Şans eseri gidenler bizim kararsızlığımızdır hep. Nerden başlasam, nasıl anlatsam, ya da nasıl atlatsam??? Geçtiğimiz Cuma akşamı ben de kararsız kaldım ve işi şansa bıraktım, daha doğrusu sağlımı şansa bıraktım... Tabi bu körü körüne gerçekleşmedi, aslında bu kararıma tecrübe de diyemeyeceğim, ancak buna ön sezi denir-mi(?). Aslında sağlık devreye girince herşey susmalı(!) Hipokrat konuşmalı. Benim kararsızlığım geçmiş dönemde yaşadığım bir rahatsızlığımın, şuanki rahatsızlığım ile aynı belirtilerde olmasıydı... Cuma akşamı işten spora gitmek üzere yola koyulmuştum. Biraz da olsa karın ağrım vardı ama çok üzerinde durulcak bir ğrı değildi. Öğle yemeğinde yediğim birşey dokun

Açılım; açılın biz geliyoruz! mu(?)

Resim
Aylardır bekliyoruz; açıklama, içerik, somut ve makul... Dün tvde izlediklerim açılım değil de; açılın biz geliyoruz edasında bir gövde gösterisiydi sanki. Korkarım ki bu bir başlangıç(!) Açılın açılabildiğiniz kadar... Çok da açıklama yapmadan, bundan sonrasında yapılacakların daha olurunda açılımlar yaratmasını temenni ediyorum(!) Sade bir vatandaş olarak....

Bakkal Ahmet Efendi; iki yumurta çek oradan!

Resim
Bu yıl terfi alır mıyız(?) düşüncesinden uzak daha yalın bir işte çalışmak(!). Kariyerine yön vermeye çalışan bir arkadaşım, herhalde o günün verdiği iş stresinden bunalmış olacak; sigara almak için girdiği bakkal çıkışında. Ne güzel iş bu! demişti yıllar öncesinde... Olacaksan bakkal olacaksın, kuracaksın tezgahını köşeye, risklerini şu dört duvara yapacaksın! diye devam etmişti... Kendisi de özel okullarda okumuş, ailesi de bunun için yeterince riskler almıştı. Şuan görüşmüyoruz ancak tahmin ederim hala aynı stres ile çalışmaya devam ediyordur ve terfi de alamamıştır... Ben de sabah bir başlıyorum iş hayatına, oturduğum masadan kalkmak için bazen çok ciddi nedenlerimin olması gerekiyor. Mecburi ihtiyaçlar(!) Yerimden kalkıp da, gelene kadar harcadığım o zaman diliminde, gelen mailler gözlerimi yerinden pörtletiyor. Ki bunları tane tane okuyup, cevaplamak da başka bir yetenek istiyor... İşte böyle(!) zamane gençliği biz, siz ve gelecek kuşaklar hep bir meslek seçme telaşında. Olamadık

Bilemiyorum

Resim
Bugün beş şey beni sızlandırdı... Bugün cumartesi ve sabah uyandığımda öğle vaktini geçmişti... gün bitti... Ramazan nedeniyle bir ay ara verdiğim spora bugün tekrar başladım. Ancak aldığım kalorileri, geri vermek için çok çalışmam gerekli... (sahurda yenilen börekler ve tatlılar) Uzatmak istediğim saçlarımı bir anlık karar ile kısacık kestirdim, artık saçlarımın uzaması için çok zaman gerekli... Birşeyleri özlüyorum; ama neyi özlediğimi tam olarak bilmiyorum? Bu his aslında bende kanıksanmış bir sıkıntı hali oluşturmakta... Genelde cumartesi günleri erken kalkarım, okumak istediklerimi okur, sabahın güzel temiz havasını açık havada teneffüz eder, sonrasında sporuma gider, uzamasını beklediğim saçlarımı da serbest bırakırdım... :)) Ne olursa olsun uğraşacak birşeyler bulurdum, uğraş! Enerjim benim karakteristik özelliğim olmuştur hep... Bugün bunları düşündündürdü bana... Olumlu da olsa olumsuz da olsa, her iki hal de rutin yaşama dahil olmuyor mu? Neyi yeniden yaratmışım ki? Bilemiyor

Yaşama O’nun Baston Sesinden Bakabilmek!

Resim
Her sabah işime gitmek için metroyu kullanıyorum. Metro son durak Taksim merdivenlerini hızlı hızlı aşarak işime gidiyorum. Malum sabahları daha bir yoğun oluyor ve bu kalabalık ile mücadele etmek de ayrı bir efor gerektiriyor. Hızlı olacaksın, ne kadar hızlı davranırsan bu kalabalığı aşman o kadar kolaylaşır. Ne var ki sabah mahmurluğu nedeniyle kafam önde, gözlerimi bile henüz açmamış, uyku modunda, etrafıma bakmadan kalabalıktan sıyrılmaya çalışıyorum. Gün bu şekilde başlayor benim için.... Bir kaç gündür bu hareketliliğin içinde dikkatimi çeken bir ses hakim. Her ne kadar kendimi etrafdan soyutlamış olsam da ses dikkatimden kaçmıyor. Tik tak, tik tak, tık tık tık..... Belli ki baston sesi bu! Kafamı kaldırdığımda yoğun kalabalığın arasında bu sesi anlamak zor(!) Seçebildiğimde kadarıyla bir bayan, elinde bastonu ile kalabalıkda yol bulmaya çalışıyor... Fark ediyorum ki, kendisi âmâ! Hareketleri hiç şaşmadan, bizden hiç bir farkı olmaksızın bu ses ile ilerliyor. Sadece bu sese odakl

Yunan gazetesindan ‘Mustafa’ promosyonu

Dikkatimi çekti; ekli haberi paylaşmak istiyorum; Atina'da yayımlanan Elefterotipiya gazetesi, pazar sayısıyla birlikte gazeteci-yazar Can Dündar'ın "Mustafa" adlı filminin DVD'sini promosyon olarak okuyucularına dağıttı. İlişkili fotoğrafları göster AA Güncelleme: 13:50 TSİ 13 Eylül. 2009 Pazar ATİNA - Yunanistan'ın çok satan gazetelerinden Elefterotipiya, dağıtımını birinci sayfasından duyurduğu DVD'nin kapağındaki tanıtım yazısında, "Parçalanmış Osmanlı İmparatorluğu'nu Türkiye adını vererek batı tipi bir ülkeye dönüştüren, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün tüm biyografisi" ifadesini kullandı. Tanıtım yazısında, "Çağdaş tarihçilerin 20. yüzyılı derinden etkileyen en önemli şahsiyetler arasında gösterdiği karizmatik lider" ve "Kemal, Türklerin atası anlamına gelen Atatürk ismini halkından aldı" satırlarına da yer veren gazete, "Mustafa" adlı filmin Atatürk

Doğa Kendine Ait Olanı Geri Aldı!

Doğa kendine ait olanı geri aldı. Bugün yine işe gitmek için erken uyanıyorum, mırın kırın ederek hazırlanıyorum. Biraz daha uyku biraz daha uyku istediğim tek şey bu! Hazırlanırken de haberleri dinliyorum TV.'de... O ara fark ediyorum dışarıda inanılmaz bir yağmur, dinmek bilmiyor... Haberler sadece sel dolayısıyla yaşananları manşetten veriyor. İçler acısı görüntüler hakim, herkes perişan, karma karışık bir hal hakim görüntülerde. Haliyle kendi halime bakıp, etrafı böyle perişan halde görmek beni fazlasıyla sarsıyordu. Nasıl olur da 2009 yılında bu kadar kayıp yaşanır? Tek bir açıklama var; doğa kendine ait olanı geri alıyordu. Böyle, çünkü çarpık yapılaşma sonucu; her yer ev, her yere konut, her yer yol olmadı mı? Çıkarlar, bilinçsiz yapılaşma sayesinde, olmayanı tekrar yaratma gücü aslında herşeyi yok etti... Giderken de zaten fakir olan bizleri, ki şu kriz döneminde başka bir yerden daha vurdu. Kayıp büyük, can kaybı çok büyük. Herşeyi yaparsınız, ev yaparsınız, yol yaparsınız

Düşünceler kapalı!

Acılar sırasıyla geliyor. Geçtiğimiz hafta bir iş toplantısı için dışarıdaydım. Taksim'den Elmadağ'a doğru yürüyorum. Zaten iş yerimde hemen Elmadağ'da... Havanın da verdiği güzellik ile yürümek istedim. Trafikte karşıdan karşıya geçeceğim, geçiş hakkı yayaların, ancak bir anda siren sesleri ile beklemek durumunda kaldık. sırasıyla resmi araçlar geçmeye başladı. Korna sesleri durduraksız devam ediyordu. Olayı anlamasam da içim cız etti. Bu kadar siren sesi beni rahatsız etmişti. Sonrasında bir cenaze aracı Türk Bayrağı'na sarılmış olarak önümden geçiverdi. O kadar hızlı geçti ki!... Kimdi, adı neydi bilmiyorum? Ardı ardına başka araçlar da geçmeye başladı siren sesleri eşliğin de... Zaman da sabah saatlerini gösteriyordu... Gün yeni yeni toparlanıyordu kendini. Gün bir yana ben bir yana, herşey dağılmıştı o an; anladım ki geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz şehitlerden sadece bir tanesiydi bu görünen... Belli ki gençti. Tazecik bir insan toprakla bütünleşmek üzere bu dünyada

Hastalandıgınızda acil arayacağınız kaç kişi var?

Resim
Otuz yaşında olup da bana birşey olmaz diyenlerdenim. Hele ekonomik özgürliğü eline alıp da yanlız yaşamaya başlayınca yaşam daha küçük durmaya başladı karşımda. Herşey yolundayken daha bir güçlü oluyor insan, bana birşey olmaz ketum duygusuyla güne merhaba demiştim o gün. Tam da yaz sıcakları güneş en tepede olduğu bir gündü. İşte bugün işe gitme vakti benim için! Sabah erken, zıpkın gibi uyanmış. Pardon o sabah yolculuktan dönmüş, apar topar eve uğramış, valizimi eve bırakmış, hemen üzerimi dökünüp işe gitmek için yola koyulmuştum. Gel de bu sıcak havalarda çalış düşüncesinde günü bitirmeye çabalıyordum. Öğleden sonra ne oldu ise oldu ve sanki iç organlarım yer değişmiş gibi iki büklüm kalıvermiştim. İş yeri dünyanın bir ucunda, yöneticim başka alemlerde ofis dışında ve bu halde nasıl eve giderim tedirginliği ile işten erken ayrılmıştım. Şanssızdım çünkü yaz dönemi ve herkes tatildeydi. Kimi arasam ki? Babam burada yok, ablamlar sözleşmiş gibi ikisi de tatilde! Kardeşim ise toz duman

Ramazan Hoşgeldi!

Resim
Mubarek Ramazan ayına geçtiğimiz hafta merhaba dedik. Müslüman aleminin Ramazan ayı mubarek olsun diliyorum. Hep söylerler eski Ramazanlar n ' erde diye? Ben de bu düşüncede birşeyler karalamak istiyorum. Malum bu yıl Ramazan ayı tam da yaz dönemine denk geldi. Ağustos ayının en bunaltıcı sıcaklarındayız. İftar saati biraz geç, bu yüzden oruç tutmakda zorlanabiliriz. Şunu fark ediyorum, ilk günden itibaren Allah kolaylığını veriyor. Şanslıyım da çalıştığım iş , ofis içerisinde, bu bunaltıcı sıcaklara maruz kalmadan günü tamamlayabiliyorum. Belki biraz susuzluk çekiyorum, ancak o iftar vaktini beklemek, iftar sofrasını hazırlamak ve tüm gün aklımdan geçmiş bin bir çeşit yemek için iradeli davranmak , açlıktan çok başka bir şey benim için. Öncelikle iradenizi kullanıyorsunuz, sonrasında düşüncelerinizi temizliyorsunuz. Etrafımızdaki pek çok kişiyi gereksiz yere eleştirmeyip, fesat düşüncelerden kaçınıyor ve arınıyoruz. Malum iş stresi vs. derken ağzınızdan kötü bir söz çıkmamasına ça

Orman değiliz artık milli parkız!

Resim
Tekrar! İstesek de istemesek de beraberiz yavrum. -İsterim! Başından başlayabilirim de sonsuz gözyaşlarım. -Ortak düşünce; Orman değiliz artık milli parkız.... Tekrar istemek; ancak orman değiliz artık milli parkız. Tam da; beni artık kimseler aramasın diyordum son zamanlarda. Yaşamın bize getirdikleri, bizden götürdükleri, bizim yaşamdan çaldıklarımız. Çaldığımızı sandığımız şeyler... Çalmak hırsızlık adına söylenmiş bir kelime değil. Benim için çalmanın anlamı; sabırsızlık! Zamandan çalmak, hemen herşey olsun istemek ve işin büyüsünü kaçırmak gibi... Dünya bu kadar küçük demek... O kadar büyük bir dünyada iki insanın karşılaşma ihtimaline karşılık yine de yaşamayı başarabilmesi doğal. Peki sonra istesek de istemesek de nasıl karşılaşırsın? Üzerinde düşünmek, yorumlamak bile yaşamdan birşeyleri çalmaya başlamak demek bu saatten sonra! Tesadüf diye birşey var ise ben bunu artık anlamlandıramıyorum. Tüm yaşamım bunun üzerine kurulmuşken! ben gerçek anlamda şaşırabilmek adına bir kere o

Kano ve Kayadan İple İniş;Riva

Bugün 9 Ağustos Pazar günü. Pazar günleri geç kalkılır düşüncesini yerlebir ederek 06:00’da uyanıyorum. Çantama yedek kıyafet ve yedek ayakkabı hazırlayıp, buluşma yerine doğru yola çıkıyorum. Apartman kapısından kafamı sokağa uzattığımda inanılmaz bir sessizlik hakim, sokakda gördüğüm tek canlı mahallenin haylaz kedisi oluyor, biran göz göze geliyoruz. Bana sanki apartman kapısını açık bırak da içeri girebileyim der gibi bakıyor. Ancak hızlı davranıp apartman kapısını O içeri süzülmeden hemen kapatıyorum. Arkama dönüp baktığımda sanki benden intikam alacakmış gibi bakışlarıyla beni süzüyordu. Hoplaya zıplaya bu sessizliği bozarcasına metrobüse doğru koşturuyordum. Rotam; Altunizade durağı! Her zaman sölüyorum yine yenileyeceğim; metrobüs olayı Anadolu Yakasına rahat geçmek için birebir... Hele ki Pazar sabahı ise, bu yolun keyfini çıkartmak kaçınılmaz. Yollarda tek tük araçlar benim gibi biryerlere gitme telaşında. Otobüs şöförü bile bu durumdan memnun görünüyor, sanki ilk yolcusu ben