Kayıtlar

Aralık, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Cafer, bezi hazırla...

Resim
Önüm arkam, sağım solum sobe, saklanmayan ebe... çok fena sobelendim... Çok zor bir gündü, gün bitti ancak yarın doğacak günün zorluğu bugünden kendini belli etti... yüz bin saat mesai yapmayı kabul etsem bile kendime, normale dönüş zor olacak... Cafer bez getir...

Köprüden önce son çıkış!

Resim
Köprüden önce son çıkış; Ne zaman bu cümleyi okusam, biran irkilir, sonra da telaş duygusu ile karşı karşıya kalıyorum... Doğru yolda olduğumdan emin olsam bile, bu cümleyi okuduktan sonra ikilem içerisine düşmemek mümkün olmuyor. İlk aklıma düşen; seçeneğim doğru olsa bile, tekrar üzerinde düşünmek... Örneğin; aracın ile köprüye yaklaşmaktasın, nereye gideceğini biliyorsun ve o an sorun yok. Aslında ne kadar kendinden emin olsan da, karşına çıkan beklenmedik olaylar sana bu ikilemi yaşatabilir. Bu da senin bu durumda neye sahip olduğunla alakalı... Ya da bu duruma ne kadar hakim olup, ne kadar istekli olduğunu gösterir... Çünkü sahip olduğun şeyin her zaman bir riskinin olduğunun farkında değilsindir. Durup düşündüğünde ancak fark edersin, farklı bir seçenekde ödeyeceğin bir bedel olduğunu fark edersin... İktisat da hep marjinal açıklamalar vardır. Belki de "marjinal ikame oranı" bu konuyu en kolayından açıklar bize; kişi X ve Y gibi iki farklı duygu yaşasın, farklı bileşim

The man with the beautiful eyes

Resim
Çocukluğumuzda bütün pancurları her zaman... kapalı tuhaf bir ev vardı ve hiç ses çıkmazdı o evden bahçesini sarmaşık sarmıştı severdik sarmaşıkla oynamayı Tarzan olduğumuzu hayal ederdik (her ne kadar Jane olmasa da) bir de balık havuzu vardı büyük bir havuz ömrünüzde görebileceğiniz en iri kırmızı balıklar yüzerdi o havuzda ve insana alışıktı balıklar suyun üstüne çıkıp elimizden ekmek yerlerdi ebeveynlerimiz bizi uyarmışlardı 'o evin önünden bile geçmeyin' biz de giderdik tabii ki o evde birinin yaşayıp yaşamadığını merak ederdik haftalar geçtiği halde kimseyi görememiştik... sonra bir gün bir ses geldi evden 'ALLAH'IN CEZASI KADIN' erkek sesiydi sonra ön kapı açıldı ve bir adam çıktı evden. sağ elinde bir şişe viski. otuz yaşlarındaydı ağzında puro vardı ve sakalı... uzamıştı saçı karmakarışıktı yalın ayaktı üstünde atleti ile pantolonu vardı ama gözleri parlaktı. pırıl pırıl parlıyorlardı ve bize bakıp 'küçük beyler eğleniyorsunuzdur umarım? ' dedi sonr

Ara-lık

Resim
Hangi aralıkda 2009 sona erdi de, 2010'a merhaba demeye hazırlanıyoruz! Yaşam bir kitap ise sayfaların sayısı gittikçe artmakta benim için... Hangi ara-lıkda okudum da çevrildi bu sayfalar, önemli olanların altını çizmişim besbelli, gelecek için bana bilgi kaynağı olacaklar. Ara ara küstüm de ben, ara ara sevindim de. Hangi ara-da geçti bu zaman demiyeceğim aslında... Bir yılı devirmeye hazırlanmak ve bunun farkına varmak için de yılın son ayı ara-lık'da bunu dile getirmeyeceğim... Çok sıkıştığımda ara-lardan kaçıverdim, kendime yol bulmaya çalıştım, ve yolum 2009 yılının ara-lığında... Ara-da kalmamak, ancak ara bulucu olmak güzel. Ara-mak güzel. Ara-dan kaçmak güzel. Ara-madan durmak pek güzel değil. 2010 yılında bir ara-lık yaratıp güzel anlarınızın olması dileğiyle. ARADA BİR Arada bir bir yanım Kaçsam diyor uzağa Katsam diyor önüme Canımı yorganımı Arada bir bir yanım Düşsem diyor tuzağa Geçsem dünyanın derdini Varsam cennetime diyor Ama o öbür yanım var ya öbür yanım Amma

Gerçeğinde de, filminde de iyi seyirler...

Resim
Bu hafta sonu iki harika film izledim. Biri henüz vizyona yeni girmiş bir film" Başka Dilde Aşk". Filmin ilk başları açıkçası çok sarmadı ancak sonrasında gelişen hikaye ve anlatılmak istenenler aynen işledi ruhuma... Oyuncular da hakkını vererek oynamış ve neden Altın Portakal ödülünü alamamışlar anlamadım değil. Özellikle de " Mert Fırat" çok çok güzel bir oyunculuk sergilemiş bu filmde. Filmi izlediğimiz sinemada ne tesadüf "Lale Mansur" da vardı. Bir an O'nun yerinde olmayı istemedim değil vallahi, yaşadığı haz duygusu herkese nasip olmayacak birşey sanırım. Tavsiye ederim "başka dilde aşk" izlenecek bir film. 25/12 Edit; Mert Fırat ile ilgili bir kaç şey yazmak istiyorum; Mert Fırat hakkında çok birşey bilmem, ancak geçen akşam tv de bir programa konuktu, sanki yıllardır tanıyormuşum gibi hissettim. Program sunucusu da aynı şekilde öncesinde tanımıyormuş kendisini, ancak o kadar akıcı bir sohbet gerçekleşti ki, program bitmek üzereyken &

Yön-etici/Yön-eticik

Resim
Yönetici olmak... Yön-etici olmak. Bu aralar nedense kelimeleri heceleyip, onları köklerine ayırıyorum. Anlamını bu sayede daha iyi algılayabiliyorum. Kelimenin kökü tam da ne demek istendiğini tek hece ile anlatıyor aslında. İyi bir "yönetici" kök hecesinden de anlaşıldığı üzere yön-verici olmalı. Karşına pek çok yol sunmadan, sana tek yol üzerinden yön-vermeli. Bu yolda ilerlemek için de cesaret verici olmalı ki sonrasında da yön-eticine güvenebilesin. Bugün bu kelimeyi heceledim durdum, yön-etici/ yön-eğitici. Ve ortaya şu çıkmakta; iyi bir yönetici olmak için sosyal ve duygusal yönünün güçlü olması şart. Hiyerarşi kültürü içerisinde çalışmak ve kendine bu yapı içerisinde kariyer edinmek zor bir meziyet. Meziyet kelimesi tam da uydu bu yön-eğiticilik durum açıklamasına. Bir kişiyi ya da bir nesneyi ele alalım. Bunları diğerlerinden ayıran özellik ne olabilir? Pek çok şey olabilir! Ancak bunun üstünlük gösteren bir şey olması gerekli. Üstünlükten kasıt tam da burada devreye

Türk

Resim
Şimdi düşündüm seni; varlığınla bir anda herşey değişebilir. Değişen tarih olur. Değişen coğrafya olur. Değişen iklim olur. Varlığınla tek şey değişmez; yaşadığın toprak değişmez, altında özgürce yaşadığın bayrak değişmez. Karakterin değişmez, ruhun değişmez. Damarlarındaki kan akacak olsa, bilirler ki rengi kırmızıdır. Aynı bağımsızlığının sembolu bayrağının rengi gibi! Değişen ne biliyor musun? Değişir dediğin şeyler tam da düşündüğün gibi değişti. Yönetim değişti, işleyiş değişti. Kararlar değişti. İstekler değişti. Düşündükleri, senin düşündüklerin gibi değil! Çünkü düşündükleri gerçek değil. Ancak bilirsin ki sen Türk'sün; bilirsinki bu hiç değişmez, değiştirilemez. Yazı; Fethiye Erkaş

Yakın Zamanda Aklımda Yer Edenler

Resim
-Uzun süredir giymediğim kabanımı bugün giydiğimde, elimi cebime atıp da bulduğum alışveriş fişleri beni melankolik yapmaya yetiyordu. Zamanın birinde bir akşam dışarı çıkmışım, çok eğlemişim, sonra birkaç DVD almışım, Ancak aldığım bu DVD ler bende değil başkasında. Faturayı okuduğumda hemen hatırladım bu DVD.leri ve kimde olduğunu? Acaba bunları hediye ettiğim kişi, bu filmleri izlediğinde hatırına düşüyor muyum ben (!)? -Dün güzel bir gündü, büyük ablam Çanakkale'den gelmiş, ortanca ablam da büyük ablam geldiği için bana geldi. Hep birlikte İkea mağazasına gittik. İşte günün olayı burada başlıyordu. Baya bir dolaşmıştık. Haliyle de yorulduk. Sonra yemek yedik bir alt kata indik ve ben aldığım eşyaları paketlemek üzere ablamlardan ayrıldım. Ne oldu ise o zaman olmuş. Kahve bölümünden su içilen bardaklar ile ablamlar kahve almışlar kendilerine. Bardak su bardağı olduğu için kahve bölümüne bir ücret ödememişler; farkında olmadan. Sonrasında tam benim yanıma geliyorlarken, bir mağaz

Etekleri Zil Çalmak

Resim
Etekleri Zil Çalmak Osmanli'da gayrimuslimler (hamamlarda saniyorum) giysi uclarina minik çanlar takmak ve yürüdüklerinde yerlerini belli etmek zorundaymislar. Etekleri zil calmak deyimi de buradan geliyor. Başka bir rivayete göre de; vaktiyle Anadolu’nun bir şehrinde, herkesin sevdiği, hürmet ettiği, keramet sahibi güler yüzlü, tatlı dilli bir kişi varmış. Bu kişinin, pabuçlarının sivri ucunda, cübbesinin eteklerinde yüzlerce ufak kuzu çıngırağı varmış. Uzaktan bu kişinin geldiğini herkes çıngırağın çıkardığı sesten anlarmış. Bu çıngırakları neden taktığını soranlara: —Efendim, insan bilmeyerek görmeyerek yerdeki karıncaları çiğneyebilir. Onları ürkütüp kaçmalarını sağlamak için olduğu kadar, tehlikeli ve zararlı hayvanlar da benim onları ezeceğimi anlayıp saklandıkları yerden kaçmak isterken ortaya çıkmalarına sebep olur, diye yanıtlarmış. Bir gün emniyet kuvvetleri bir takip sonucu pusu kurarak azılı harami çetesinin saklandığı yerden çıkmasını beklerken, o sırada çıngıraklı kiş

bir taş ile beş kuş vurdum bu yazıda....

Resim
Bu ayki Atlas dergisi editör köşesini okuduğumda düşündüğüm şey; bu yazıyı ben yazmalıydım oldu. Aslında bunu her ay söylüyorum. Kesinlikle bu yazıyı ben yazmalıydım, nasıl olur da kafa yormadım diye hayıflanıyorum kendime. Özcan Yüksek, her ay lezziz yazıları ile bana fark etmeyi, farkında olmayı ve nasıl farklı oluru gösteriyor. Özcan Yüsek; Atlas dergisi genel yayın yönetmeni. Aynı zamanda yazar, aynı zamanda kendisi hukuk eğitimi almış. Aynı zamanda mesnevi araştırmacısı. Ne düşünmek isterseniz var. Yüz yüze tanışmasam da kendisi ile sohbet etmek fırsatını yakaladım. 2009 mayıs ayı ve yine Atlas dergisini heyecanla almışım, sayfalarını çeviriyorum. Satıları okurken bitmesini istemiyorum yazının. Ancak yazının sonu gelse de bu yazı benim düşüncelerimde uzun süre yer ediyor. Buna ek bende yer eden başka şey de Atlas dergisinde çalışma isteğim. Bir şeyin olması için istemek yeterli değil, harekete geçmek gerekli değil mi? Ben de Atlas Dergisinin internet sayfasından bir mail adresi bu

Rüya...

Resim
Geçen gün bir rüya gördüm ki sormayın; aslında hedeflerim ve ideallerimin rüya da olsa ruhumun en derinlerinde saklı haz duygusunun açığa çıkmasıydı bu. Bu cümleyi kurarken ben bile ürktüm vallahi:) Ne oluyor orada? sözlerini duydum biran:)) Şuanki yöneticim bana ön ayak olmuş, tanıdığım biri ancak kim çıkartamıyorum, bu kişi ile çalışmaya başlıyorum. İlk iş günüm ve bana şu soru yöneltiliyor; Fethiye yazı yazma ile aran nasıldır? Yaratıcıklık yönün var mı? İlk kez anladığım dilden konuşuluyordu... Kendimi ifade etme duygum tavan yapmış gibi cevaplıyor sorulanları ve uzun uzadıya anlatıyordum... Tarif edilemeyecek şekilde mutluluk demiycem, ancak başka bir duyguydu benimki... İşte o ruh halinde gezinirken, birden irkildim ve gerçek dünyaya gözlerimi açtım. Hafta içi ve saatimin alarmı çalmadığı için uyaya kalmıştım. Saate baktığımda 08:00'i geçmekteydi ve benim çoktan işte olmam gerekliydi... Hangi iş mi? -Acıların çocuğuyum! Rüya da olsa süper birşeydi bu yaw... Şimdi rüyanın dev

Gittikçe Babama Benzemeye Başladım Ben!

Resim
Bu bayram fark ettim ki bayramı yaşatan tek büyüğüm babam kalmış! Bunu fark etmek elbette acı oldu. Ancak acılardır bizleri büyüten ve ayakta tutan. Kendisi Çanakkale’de yaşamakta. Yıllar yılı ezeli bir rekabet vardır aramızda. Kim daha başarılı, kim daha çalışkan, kim neleri başarmış? Dört çocuk sahibi babam bir tek beni acımasızca eleştirir. Önüme hep bir üst seviyeyi koyar, hadi bunu da başar der! Yıllar yılı süre gelen bu mesafeli ilişkimiz gün geçtikçe daha dostça daha arkadaşça bir hal almakta. Ve fark ediyorum ki, ben gittikçe babama benzemeye başlıyorum. Olaylara bakışım, duruşum gittikçe babam olmakta! Bir olay gerçekleştiğinde aynı tepkileri gösteriyorum, bazen bu durumu fark edip de kendime güldüğüm çok oluyor... Babam da dedem için aynı duyguları hissettiğinden bahsederdi. Bu bayram da sağolsun bizi ziyarete geldi Babam. Biz gidemediğimiz için babam geldi! Herkesin kendine göre planları olunca toparlanıp da gidemedik bir türlü Çanakkale'ye. Ben bayramın ikinci günü bir

azı çoğu; işte bu!

Resim
En çok ben, en çok ben! Hakettiğimi düşündüğüm en çok ben! Mücadele verdiğim ve beklediğim en çok ben! Bu yüzden en çok ben güldüğüm kendime! En çok ben merak ettiğim ne olacak diye? En çok ben, en çok ben! En hızlı ben koştum, En uzağa ben kaçtım belkide! En çok ben değer verdim! En çok ben Hatırladım seni! Hatırımda kaldın, Hatıralarımda kaldın! En çok sen en çok sen... Belki de bir tek sen vardın; iyiki de sen vardın! En çok sen, en çok sen değer verdin! Değerden öte sen kendindin. En çok biz! en çok ikimiz! azı çoğu... kaç yıl geçti aradan...