Van/Ağrı/Doğu Beyazıt Gezdikce ( I )



Günlerden 24 Temmuz Pazar (2011),İstanbul

(Bu geziyi planladığımda etrafımdan bir sürü açıklama/ eleştiri aldım... Ancak gezi sonrasındaki düşüncelerim hem etrafıma karşı hem de kendime karşı eleştirleri en sakin haliyle cevaplıyordu, en önemlisi de bu benim için)

Sabah 05:00 uyandım. Dün geceden hazırladığım valizime son bir göz attım. Eksik bir şey var mıydı? Her şey tam gibiydi, ancak yine de kafam karışıktı ve çok da detaya girmeden valizimi kapattım.
Hava bugün sıcak olacak, yolculuk için rahat edeceğim kıyafet giymeyi planladım, spor ayakkabı bu anlamda iyi olacaktı.
Kiloda ağır valizimi, sırt çantamı aldım ve bir hafta kalacağım, daha önce hiç gitmediğim bir yere, tanımadığım bir grupla buluşmak üzere, göz ucuyla son kez baktığım evimin kapısını kapatarak yola koyuldum…

Sokak karanlık, sokak sessiz belki de tek ses, kaldırıma sürten ağır olan valizimin tekerleklerinden gelen sesdi bu sessizliği bozan...
Aksilik ki üzerimde hiç nakit yoktu, birkaç dakika uzaklıkta ATM den para çekmem gerekliydi... ATM den para çekmiş, caddeye yöneldiğimde yolda bekleyen bir taksi gördüm, taksi şöförü sanki beni bekler vaziyetteydi. Taksiye yöneldim, orta yaş üzeri birisiydi taksi şöförü… Valizimi hemen bagaja yerleştirdi. ATM’den para çekme işlemim biraz zamanımı almış ve bu nedenle hava alanına gitmek için servisi kaçırabilirdim. 10 dakika içerisinde Taksimde olmaz isem geç kalacaktım. Taksiciye durumu izah ettim.
“ Abla merak etme sen, yetişiriz”
“Yolculuk nereye peki, uzun bir seyahat sanırım, valiz baya bir ağırdı” deyip güldü şöför
“ Van’a gidiyorum” dedim.
yüzünde gizleyemediği bir şaşkınlık heyecanı belirdi şöförün ve “ Abla ne yapacaksın Van’da oralı değilsin belli ki”
“ Van’dan Ağrı’ya geçeceğim, Ağrı Dağı Tırmanışı yapacağım”
Şöför dediklerimin şaka olduğunu düşünüyordu, aynadan görünen yüz ifadesinden anladığım buydu. Haklıydı da, bana baktığında göreceği şey Ege / Akdeniz kıyılarında bir tatil planı olabilirdi….
“ Abla, şaka yapmadığın belli, bu kadar sormamı bağışla, ancak ne güzel bir tesadüf ki ben Van’lıyım. Ve bugünde senle tanışıyor olmak da beni baya mutlu etti, iyi bir yolculuk olsun, umarım oraları beğenirsiniz, çok güzel yerlerdir oralar”
Ben de sabahın bu vaktinde bu güzel tesadüfü yaşamış olmaktan mutluydum. Ve şöförün dediği gibi vaktinden önce Taksim’e varıyorduk. Valizimi bagajdan aldı, servis görevlisine valizimi iletti, ben de hem valizimi taşımış olmasına teşekkür, hem de sohbeti dolayısıyla tanıştığımıza çok memnun olduğumu belirterek tokalaştım şöför ile…

Hava yeni yeni aydınlanmaya başlamıştı, Pazar günü olması edeniyle de yollar boş, bu nedenle de trafik yoktu... beş dakika bile sürmeden birinci köprüye bağlanıyorduk.
Köprüden geçişte görünen boğaz manzarası her zamanki gibi büyüleyiciydi... Boğazın mavi suları uykuda gibiydi, bir kaç tanker boğazın ortasında yol almakta, tankerin geçişinde ardında bıraktığı boğazı ikiye bölen bir ince çizgi oluşturmuş, sonrasında ileride en yakışıklı haliyle dikkat çeken de Topkapı Sarayı'ydı...
-Eyyyy İstanbul!!! sen ne güzel bir şehirsin!
İstanbul'u bu fotoğraf karesinde görmek herkese nasip olacak bir duygu değil! İstanbul'u böyle görebilmeyi başarmış olmak da tarifsiz. Bu nedenle de İstanbul'a aşığım, her semtini, her caddesini, her sokağını seviyorum İstanbul'un. Farklı kültürlerin bir arada yaşadığı bu şehir beni her gün tekrar tekrar büyülüyor...

Bu düşüncelerde Havaalanına tahminimden daha kısa sürede varıyordum. Yükte ağır valizimi kavradım, sırt çantamı aldım, bilet işlemlerim için gerekli bölüme yöneldim. İşlemlerimi halletim ve uçağın hareket edeceği bölüme giriş yaptım. Benle birlikte Van'a gitmeyi bekleyen çokça kişi vardı...
Öncesinde hazırladığım gezi notlarını ve yöre bilgilerine göz attım. Sonrasında anons ile uçağa giriş için hareketlendim...

Kişi için nasıl bir duygudur daha önce gitmediği bir yere gitmek; heyecan verici tabi... Hele ki bu kadar farklı bir kültüre sahip bir yere gitmek daha da heyecan verici...
Yapı olarak ürkek birisi değilim, ancak tanımlayamadığım gizli bir heyecan var üzerimde... Bu nedenle iç sessim, egomu hiç konuşturmadım yolculuk boyunca... Sadece camdan izledim etrafı, bulutları, gözyüzünü ve kısım kısım görebildiğim yerleşim yerlerini izledim kuş bakışı...

Tahminen 2 saatlik bir uçuş olacaktı.
Sorunsuz bir uçuş ile Van Havaalanına iniş yapıyorduk. Gördüklerim hemen yorumlanmaya başladı kafamda, Havaalanı gördüğüm en garip havaalanıydı, en kötü otobüs otogarından daha düzensiz ve plansızdı,nereye gideceğinizi bilmiyorsanız yandınız diyebilirim. Neyse ki bizi havaalanında tur görevlileri bekliyor olacaktı, diğer katılımcılarla da burada tanışma fırsatım olmuştu. Mehmet Sarı ( bilgisayar mühendisi) Gönül Uzun ( güzellik uzmanı ) Adam ( Amerikalı/ Amerika'da Osmanlı tarihi üzerine eğitim almış ve TR.’de öğretmenlik yapıyor )
Havaalanı dışında diğer tur katılımcılarını bekliyoruz. Hülya Yörük ( Turizmci ve kendisi 55 yaşında ) Ahmet Arslan ( kendi işini yapıyor uzun süre Almanya’da yaşamış ) Kris ( Avusturyalı, TR.’de yaşıyor ) Hari ( Avusturyalı, profosyonel dağcı, çok disiplinli bir kişilik ) Salim Arslan ( müthiş kişilik, Ankara’da yaşıyor tam bir gezgin ) Meral ( Ankara’da yaşıyor, edebiyat okumuş Yök’te çalışıyor, kendisini tanımış olmaktan çok memnun oldum )

İlk tanışmalar sonrasında, ilk görüp te kafamda şekillenenler sonraki günlerde de aynı yönde devam etti… Tura katılan kişileri tanımış olmak bana çok şey katacaktı biliyorum...

Havaalınından bölge tur yetkilileri bir servis aracı ile bizi şehir merkezine götürmek üzere karşılamıştı. Servis aracı tahminimden çok eski idi, eşyalarımızı servis aracının üzerine yüklediler, bir kısmını da aracın içerisine yerleştirdiler. Gurupta bulunanlardan bir kaçı öncesinden tanışıyorlardı, geçen yıl Kaçkar dağ tırmanışında tanışmışlar, o nedenle araç içerisinde sohbet ortamı kendiliğinden oluşuyordu.

Van Merkez; kendine has bir havası var, karmaşık bir yerleşim hakim. Şehirleşme yolunda bir yapılaşma hemen göze çarpıyor. İstanbul’da görebileceğiniz pek çok mağaza , özel araçlar burada da mevcut.
Erken uyandığım henüz birşeyler yememiştim, Van’ın meşhur kahvaltısı için sabırsılanıyordum. Güzel bir yer bulmak için şehirde araçla turlamıştık, bu sayede de küçük bir şehir turu gerçekleştiriyorduk. Sokaklarda gördüğüm insan profilleri çoğunlukla erkek gençlerden oluşmakta, karmaşık bir kültür içerisinde olduklarını sezinlemek güç değil, çünkü bir kısım genç, görüntü açısından günümüz popüler giyim tarzında, bir kısım genç ise, kendi kültürlerinde sade bir giyim sergilemekte. Konuşma dilleri kısım-kısım Türkçe, kısım-kısım kendi şivelerinde anlaşılmakta.

Bir süre sonra kahvaltı için güzel bir yer buluyorduk. Toplamda tur görevlileri ile birlikte 14 kişiydik, söylendiği gibi kahvaltı muhteşemdi, sabahın en erken saatinde uyanmıştım ve kendimde değildim halen, bu güzel kahvaltı beni kendime getiriyordu. Aslında o anda düşündüğüm burada güzel bir kahvaltı yaparsam sonrasında sürecek yolculukda aç kalmamı ortadan kaldıracaktı:))

Dolu miğdemizle mutlu mesut toparlanmış, Ağrı’ya doğru yol alıyorduk. Van Merkez’den ayrılmış, yol boyunca gördüğüm trafik yol tabelaları beni farklı düşüncelere sürüklüyordu. Yaklaşık 5 saat önce İstanbul'daydım. Şuan haritanın diğer ucunda Van'dayım! Ve Tr. sınırlarının sonundayım. Bundan sonrası İran, Sonrası Irak... Trafik yol tabelalarında İran/Irak/Erbil işaretlerini baktıkça bu bir haftalık yolcuğun bana neler kazandıracağını az çok kestirebiliyordum... Zaten bu nedenle de buralara gelmiş ve fotoğraf karelerini hafızama yerleştirmek istemiştim...

Erken uyanmış olmak ve uçak yolculuğu biraz uykumu getirmişti... Ancak otobüsteki sohbet uykuma inat gözlerimi aralıyordu... Vandan/Ağrı yolu boyunca grup arkadaşımız Amerikalı “Adam” bize Osmanlı tarihinden bahsediyordu. Anlattıkları ile fotoğrafa yukarıdan bakıyordu ve beni yeterince etkilemişti.

Van'dan uzaklaştıktan sonra yol boyunca gördüğüm tek şey tır araçlarıydı, tek tük geçen tır araçları... Muhtemelen İran'a malzeme taşıyorlardı... Etraf sessizzdi, dağ tepe dışında yollarda hiç birşey yoktu... Hava sabahkinin aksine kapalıydı ve güneş kaybolmak üzereydi, sanırım yağmur yağacaktı... Bir süre sonra yağmur yağmaya başladı... Ben de bu sayade biraz uyumuş olmalıyım, uyandığımda Ağrı şehir merkezine gelmiştik. Ancak gördüğüm şehir değildi, kasaba havasında bir yerleşim yeriydi burası... Havanın kapalı olmasından mı, ya da yerleşik hayat genel olarak bu muydu bilmiyorum, etraf çok sessizdi... sokaklar tenhaydı...

*** Van/Ağrı/ Doğu Beyazıt gezisini 5 bölüm olarak yazıya aldım, sırasıyla diğer bölümleri de paylaşıyor olacağım…

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Sanki film izler gibi okudum yazıyı, ve biranda bitiverdi, kalemize sağlık. diğer bölümleri sabırsızlıkla bekliyorum. yazınız hikaye tadında içten yazılmış belli, tekrar teşekkürler.

ahmet suyolcu!

Bu blogdaki popüler yayınlar

Etekleri Zil Çalmak

Prensip sahibi olabilmek