31 Ekim 2007 Çarşamba

Kapımız Her Zaman Açık!

Hatırladığım kadarıyla beş yaşlarında ya var ya yokum. Belki de altı yaşında :-)
Yaz akşamları Çanakkale'de havanın sakinliğini yaşamak için komşuların bir araya geldiği kapı önü sohbetleri olur. Çok severim bu sohbetleri... Bu akşamlardan bir tanesi annemle birlikte bizim evin önünde oturuyoruz; olmazsa olmaz çekirdek çıtlama muhabbeti de dahil buna:-) O ara Annem’in arkadaşı Ayşe Teyze geçiyor bizim evin önünden.Evine gidiyor sanırım ve Annem ile küçük bir sohbet başlıyor. “Nasılsın Ayşe komşu?”diyor annem. “İyiyim" diyor en samimi ses tonu ile Ayşe Teyze, “Sizler nasılsınız?" Ve ayak üstü sohbet devam ediyor. Sohbetin sonunda en son Ayşe Teyze “Bize de bekleriz lütfen gelin" diyor, Annem de "En kısa zamanda inşallah” diyor, ve Ayşe Teyze “Biliyorsunuz kapımız size her zaman açıktır!” diyor. Biran bütün dikkatimi bu söylenen söze odaklıyorum. “Kapımız Her zaman açık!!!” Nasıl olur kapımız her zaman açık?
Ayşe Teyze uzaklaşıyor, biz de haliyle havanın kararması ile evimize geçiyoruz ama aklımda hep aynı sözcük; kapımız her zaman açık? Çok zorluyor bu laf beni, o yaştaki düşünce anlayışımla da mantıklı bir açıklama getiremiyorum bu söze... Birkaç şey geçiyor aklımdan aslında, ama gerçek anlamı bu olamıyor, oturmuyor bir türlü :-).... Nasıl olur da kapıları her zaman açık olur? Bizim kapımız her zaman kapalı. Onların da öyle olması gerekli, yoksa pek çok kötü şey olabilir diye düşünüyorum. Karar veriyorum ve ertesi günü Ayşe Teyze’nin evine bakıcam, söylediği gibi kapıları gerçekten açık mı? Ertesi günü düşüyorum yola, gidiyorum Ayşe Teyze’nin evine, bahçe kapısından sessizce içeri girip o bir türlü anlam veremediğim evin kapısına bakıyorum heyecanlı gözler ile... Gördüğüm şey beni fazlasıyla rahatlatıyor . Neyseki kapıları kapalı!!!
Yıllar sonra okul döneminde bunun bir deyim olduğunu öğreniyorum. Ve
ne zaman Çanakkale’ye gidip de Ayşe Teyze’nin evinin önünden geçsem, ister istemez bakıyorum kapısına...

9 Ekim 2007 Salı

Kurşunlar Sıyırıyor...


Dün etkilenmiştim yeterince... Ama bu sabah çok daha farklı oldu benim için. Hangi gazeteye gözatsam aynı haberle karşıya kalıyorum. Yapılan haberlerin de "yas haber" niteliğinde olması nedeniyle siyah renk hakim hepsinde... Okudukça daha bir telaş ve tarifsiz yürek acısına sürüklüyor insanı. Ayrıntılı olarak son telefon görüşmeleri, ailelerine son mesajlar... Belki bir kaçı biliyordu bu sonucu, hissetmişti ama henüz kaç yaşında ki; hepsi de 22 yaşında, tazecik, hayatı yeni anlamaya çalışan çok değerli...
İster istemez derin düşünceler alıyor, ciddi ciddi sorguluyorsun! Çıkış yolu ya da kendince çözüm arıyorsun. Ne olabiliri, ben kendi adıma ne yapabilirimi?... Ben kendi adıma ne yapabilirimi şuan için yakınlarının acısını paylaşarak gerçekleştiriyorum... İşin aslı çözüm olarak pek çoğumuzun kafasında oluşan çözümler benim de kafamda yeterince yer ediyor ama....
Çok keyifsiz birgün bugün, fidan gibi, annelerinin bir tanecikleri, babalarının gurur kaynakları yok artık bu sabah.
Allahtan rahmet diliyorum; Toprakları bol olsun; Allah’ın rahmeti hepsinin üzerinde olsun.

4 Ekim 2007 Perşembe

Bülent Ortaçgil'den; Küçük Şeyler...








Bülent Ortaçgil'den

Küçük Şeyler
hep küçük şeyler bizi usandıran
küçük şeyler bizi utandıran
hep küçük şeyler
küçük şeyler bizi yarıştıran
küçük şeyler bizi uzlaştıran
küçük şeyler hepsi de küçücük şeyler
bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren
hep kısa anlar, mutluluklar
hayal görür uzun zamanlar
hep kısa anlar karar verdiğimiz
sonra günler boyu neden diye düşündüğümüz
kısa anlar hepside kısacık anlar
bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren
hep büyük düşler, büyük düşler peşinde koştuğumuz
sonra nerdeyiz diye içinde kaybolduğumuz
hep büyük düşler elimle tutamadığım
hiç görmediğim, yaşamadığım
büyük düşler hepsi de küçücük şeyler
bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren
hep küçük şeyler bizi savaştıran
küçük şeyler bizi barıştıran
hep küçük şeyler seni sevdiğim
küçük şeyler seni üzdüğüm
küçük şeyler hepsi minicik şeyler
bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren

3 Ekim 2007 Çarşamba

Karabiga'da Hafta Sonu Tatili

Çok uzun zaman olmuş, nasıl da özlemişim Karabiga'yı... Günün ilk saatleri ve hava daha yeni gözlerini açıyor, uykudan yeni uyanmış gibi... Turuncu tonları hakim gökyüzünde... Güneş oyunlar oynarcasına bulutlarla köşe kapmaca oynuyor. .. Otobüsten yeni indim. Karabiga’ya ulaşmak için kısa bir yolculuk daha yapmam gerekiyor ama henüz bu yolculuk için diğer otobüs gelmemiş. Saate bakıyorum yaklaşık kırk dakika var. Etrafda da benim gibi uzun yolculuk sonrası yeni gözünü açmış birkaç kişi var. Başka da kimse yok! Bu kadar erken bir saatte fazla kişi olmaması da doğal diye düşünüyorum... Otobüs garının hemen arka bölümüne geçiyorum, burada bir kahve görünüyor. Dışarıya masa ve birkaç sandaliye konulmuş. Oturan kişiler sadece erkeklerden oluşuyor. Ben de bir masaya yerleşiyorum. Çok eşyam olmadığı için valizimle birlikte dolaşıyorum. Küçük bir seyahat çantası işte!... Kahvede çalışan biri hemen ilgileniyor;
- Günaydın abla ne istersin?
İşin aslı adam benden büyük. Biran şaşırıyorum abla demesine. Ama o kadar içten sölüyor ki, başka da birşey diyemez kendince... Biran hoşuma da gidiyor aslında. Çay biraz olsun gözümü açıyor.

Neyseki geldi otobüs! Heyacanla biniyorum, en arka köşeye oturuyorum. Otobüs her zamanki gibi büyük değil. Küçük bir otobüs. Koltukların arka bölümü olması gerektiğinden fazla uzun yapılmış. Önde oturan birine ulaşmak ya da bakmak için ayağa doğru kalkmak gerekiyor.Ve kalkış zamanı! Benle birlikte bir kaç kişi var, hepsi yine erkek tabi:-). Ücretler toplanıyor;
-Karabiga da inicem, ne kadar acaba?
-Öğrenci şu kadar!
-Öğrenci değilim! diyorum ve gülümsüyorum. Biraz önce ablaydım şimdi öğrenci oldum. Bu dialog da keyiflendirdi beni. Biran kendime bakıyorum; rahat bir durumdayım, kıyafet tarzım vs. Bu da hoşuma gitti! İyiki gelmişim diyorum ve o anlatılamaz yolculuk başlıyor. Merkezden ayrılıyoruz. Devam eden yol boyunca her yer yeşil ve sarı renk tonlarında. Ne kadar güsel her yer. Biraz camı aralıyorum; hava çok güsel, mis gibi kokuyor. Offff!!! Bugün deniz kim bilir nasıl olucak? Düşünüyorum da; geçen hafta sonu kalbim ne kadar da kırgındı, ne kadar üzülmüştüm. Neler dolaşıyordu kafamda. Ve hayat devam ediyor. Bu hafta sonu da farklı şeyler sunuyor bana ve bizlere...İyiki gelmişim be Fethiye!!!
Yaklaştık Karabiga’ya! Deniz göründü; muhteşem!!. Nerede ineceğimi soruyorlar?
-İleride inicem!
-Kimlere geldin?
-Eee... şey??? Ben hemen parkın orada inicem!
Garip bir şekilde yüzüme bakıyor şöför amca. Sanırım parkın orada kime geldiğimi merak ediyor:-). Bizim oralarda herkes birbirini tanır; isim isim bilirler ama biran düşünemiyorum işte. Unutmuşum alışkanlıkları.
-Parka geldik!
-Ya özür dilerim ben biraz daha ileride inicem!
-Peki.
Nilgün’lerin evinin tam önünde iniyorum. Ben indikten sonra hemen hareket etmiyor otobüs, nereye gideceğime bakıyor.

Saat çok erken olduğu için kimseler yok etrafta. O da ne? Goldi!!! Bizim şeker köpeğimiz, çok olmuş görmeyeli yahu.Nasıl da tanıdı, kokluyor, oyun oynamak istiyor ama daha sonra Goldicim.Şimdi olmaz! Merdivenleri çıkıyorum; Nilgün uyanmış. Daha bir hafta önce görüşmüştük. Kendisi esmer ötesi bir hal almış; hımmm, kıskandım yaw. Fena bronzlaşmış. Sarılıyorum, çok ihtiyacım varmış bu kollara... Bir an ağlamaklı oluyorum kendi içimde. Tekrar hatırlıyorum kalbimin kırıklığını...
Balkonda oturuyoruz öyle. Küçük bir sohbet sonrası terasa çıkıyoruz. Anlatılamayacak kadar güsel bir manzara karşılıyor bizi terasta. Hep aklıma aynı şey geliyor, iyiki gelmişsin be Fethiye! Kahvaltı sofrası hazırlanıyor. Sofra çok güsel kokuyor. Evet, görüntüden çok koku dikkatimi çekiyor. Herşey o kadar taze ki! Ekmekler taze, yeni fırından çıkmış, dolgun. Çay mis gibi, domatesler hiç olmadığı kadar lezzetli. Yemek çok güzel geliyor.
Çok heyecanlıyız hemen denize girmek istiyorum, hazırlanıyoruz ve en güzel koya doğru yola çıkıyoruz. Arabada her zamanki gibi aynı şarkıyı söylüyoruz. İlkokul yıllarında korada söyleniyordu. Aynen şöle; arabacı arabanı koş getir, koş getir, diller açılsın kollar, kollar, ne bilsin eller,eller... narınay ninaynom nay nay narınay ninaynommmm!!!!. Çok eğleniyoruz bu şarkıda. Sevgili Mülkü Amca bıkarakıyor bizi koya yakın bir tepede. Aşağısı acayip bir uçurum. Denize inmek için bu uçurumdan aşağı dikkatlice inmemiz gerekli. Toprak parçalı kumlu. Eğer bir kez kayarsan durum vahim. Elimizde birkaç eşyamız var. Tüm gün burada olacağımız için mamalarımız var:-), suyumuz var, güneşten korunmak için şemsiyemiz var.


Neyseki kazasız belasız indik deniz kenarına. Nasıl anlatılır bilmiyorum; ama Karabiga’daki denizi uzun süredir bu kadar güsel görmemiştim. İlk iş denize özlemle koşmak oluyor. Yüz yüz, en güsel, en serin yeri buluyoruz Nilgün ile. Sabahın erken saatlerinde denize girmek çok güsel, güneş henüz ben burdayım demiyor. Bana göre henüz uykudan uyanmamış oluyor. Nedense burada hep eskilerden bahsediyoruz. Okul dönemlerimizden, en çok nelere güldüğümüzden. 25 yıldır tanıyorum Nilü'yü, o benim 4 yaşında tanıdığım dostum. Yunuslar gibi dalıyoruz. Ben biraz dalmayı unutmuşum galiba :-) , birkaç denemeden sonra yunus halini alıyor vücut. Nedense denizde açık bölümde gülme krizi alıyor bizi, alabildiğince gülüyoruz nedensizce... Bu gülme krizleri de yoruyor bizi yeterince.


Gün güzel devam ediyor. Deniz kıyısındayız. Biraz uyku çekiyoruz. Ama o da ne! Uyurken havlu üzerimde uyumuşum ve bacağımın belli kısımları yanmış belli kısımları ise hiç yanmamış. Komik bir durum bu :-). Akşam üzeri insanlar gelmeye başladı bulunduğumuz yere. Tanıdık bir yüz dikkatimi çekiyor. Okuldan bir arkadaşım; Gülnihal! Tanıyor hemen ve yanımıza geliyor. Yanında şirin şeker bir kız çocuğu, nasılda ona benziyor. Nilgün ile birbirimize bakıyoruz ve hayat bize geç kalmış sanırım diyoruz konuşmadan :-). Akşam üzeri ve gitme vakti geldi. Tepeye çıkmamız gerekli ama günün yorgunluğu ile zorlanıyoruz. Ya da ben zorlanıyorum. Aman allahım olamaz ki bu? Yukarıda iki hatun bana el sallıyor; Nilgün ve Nilay!!! Nasıl olur ya, ne zaman çıktılar oraya? diye düşünüyorum. Ama nefes alışım da pek sağlıklı değil. Ne o yahu, ben yaşlandım mı ki? :-) Hadi Fethiye toparla kendini ve çık şu zirveye. Nihayet yukarıdayım. Ama biraz zamana ihtiyacım var. Henüz konuşma modunda değilim. Hala çok hızlı nefes alıyorum.

Neyseki evdeyiz. Yemekler hazırlanmış, menüde balık var. Nasıl da lezzetli. Salata harika, tabağın dibine kadar sıyırıyoruz. Çünkü en güsel yanı salatanın en son kısmı. Domates suyuna ekmeği bandıra bandıra yiyiyoruz. Terastaki manzara harika, güneş batmak üzere. Deniz süt liman. Ne huzurlu bir yer burası böyle!! Kahveler yapılıyor ve sohbet başlıyor. Dikkat ediyorum da geldiğimden beri tv izlemedim, ama ihtiyaç da duymadım. Sohbet koyulaşıyor. Eskilere geliyor tekrar konu. Saat erken ama ben de bir uyku modu, tutamıyorum kendimi. Ama kızlara da söz vermişim bir tur atıcaz deniz kenarında.
-Biraz kestireyim , hazırlanın ben kalkıcam!!!
Ama uyandığımda sabah olmuş bile. O kadar yorulmuşum meğer. Sabah tekrar denize çıkıyoruz bu kez farklı bir yerdeyiz. Son gün benim için, akşam yolculuk var. Ama iyiki de gelmişim, kafamı baya bir boşalttım. Ve gün bitiyor. Akşam yemeği için hazırlanıyoruz. Birinin ekmek alması gerekli, neyseki ben gönüllüyüm bu iş için! Terliklerimi giymişim düşüyorum yola...O da ne? Biri takip ediyor beni. Tanıdık biri bu, evet evet goldi bu!!!...
Bana eşlik ediyor. Sanki nereye gideceğimi biliyor gibi...
Bu gün de çok güsel geçti, gitme vakti artık, valizimi koluma takıp düşüyorum yola.

Karabiga'da hiç birşeyin değişmemiş olduğunu fark ediyorum, ben bile değişmemişim gibi geliyor, aynı heyecan var içimde, aynı yüz ifadesi... Ben burada büyüdüm, hayatımın en önemli dönemleri burada geçti.
En kısa zamanda tekrar gelmek istiyorum. Hoşça kal Karabiga...
25/06/2007

8 Mart

Kadın Üzerine – Nazım Hikmet Kimi der ki kadın, uzun kış gecelerinde yatmak içindir. Kimi der ki kadın, yeşil bir harman yerinde dokuz zil...