24 Ağustos 2009 Pazartesi

Ramazan Hoşgeldi!




Mubarek Ramazan ayına geçtiğimiz hafta merhaba dedik. Müslüman aleminin Ramazan ayı mubarek olsun diliyorum.

Hep söylerler eski Ramazanlar n ' erde diye? Ben de bu düşüncede birşeyler karalamak istiyorum.
Malum bu yıl Ramazan ayı tam da yaz dönemine denk geldi. Ağustos ayının en bunaltıcı sıcaklarındayız. İftar saati biraz geç, bu yüzden oruç tutmakda zorlanabiliriz.
Şunu fark ediyorum, ilk günden itibaren Allah kolaylığını veriyor. Şanslıyım da çalıştığım iş , ofis içerisinde, bu bunaltıcı sıcaklara maruz kalmadan günü tamamlayabiliyorum. Belki biraz susuzluk çekiyorum, ancak o iftar vaktini beklemek, iftar sofrasını hazırlamak ve tüm gün aklımdan geçmiş bin bir çeşit yemek için iradeli davranmak , açlıktan çok başka bir şey benim için.

Öncelikle iradenizi kullanıyorsunuz, sonrasında düşüncelerinizi temizliyorsunuz. Etrafımızdaki pek çok kişiyi gereksiz yere eleştirmeyip, fesat düşüncelerden kaçınıyor ve arınıyoruz. Malum iş stresi vs. derken ağzınızdan kötü bir söz çıkmamasına çabalıyorsunuz.
Daha düzenli besleniyorsunuz. Bu çok yemek anlamı ile karıştırılmasın. Daha faydalı yiyecekler yiyorsunuz, ve miğdenizi dinlendiriyorsunuz. Bu yaz aylarında miğdenin bu kadar dinleniyor olması tartışılacak bir konu, ancak başka bir yönden de hem ruhumuz dinleniyor hem de irademiz güçlenmiyor mu?

Sahura kalkıp da yemek yiyip, sonrasında uyuyor olmak da bazı kişiler için sorun teşkil ediyor, ve ciddi şekilde eleştiriliyor . Ben uyumuyorum, sahura kalkıp sonrasında da yapmam gerekli işleri tamamlıyorum. En güzeli kitap okuyorum ve bu sayede yemek sonrasında hemen uyumamış oluyorum. Sahurdan sonra bir saat gibi bir uyku bana yetiyor.
Eski ramazanları hatırlıyorum; eski ramazanların yaz dönemine geldiği tarihleri de hatırlıyorum. Çocuktuk, orucun ilk gününde, ramazanın ortasında ve ramazanın son günü tutulurdu oruç. Toplamda 3 günü tamamlar, sonuna da sıfır rakamını eklerdik. Bu sayede eksiksiz bir ay tumuş gibi olurdu bizim için.

O yaz sıcaklarında sokakta oyunlar oynardık. Güneş en tepede, asfalt sıcak ve yakıcıydı. Etrafda ben gibi çocuklar ve köpekler olurdu. Tüm sokakları talan ederdik. Oruçlu olduğumuz için denize de giremezdik. Susuzluk canımıza minnet evin yolunu tutar, iftar saatini beklerdik. Akşam üzerine doğru saatler geçmek bilmez. Biz de bağ bahçeye gider, kır çiçekleri toplardık. Rahmetli annem bu enerjimize hayret eder, ardımızdan söylenirdi...

En keyifli yanı da iftar vaktinin yaklaşması ve sofrada bekliyor olmaktı. Sofra eşsiz bir hal ile bize bakar, biz de oruç açma vaktini beklerdik. İlk önce köy tarhanası, sonrasında çeşit çeşit yeşillikler ile hazırlanmış salata, mis gibi zeytinyağlılar ve demlenmeye bırakılmış leziz pilav...

Yemekler yenir, ev halkındaki keyif ile normal şartlarda sofranın toparlanması için yapılan ufak tartışmalar ramazanda hiç yapılmadan sofra toparlanırdı. Bir de iftara misafiriniz geldiyse sofra başka bir şenlenir, sohbet sohbeti açar ve gelen misafir adetten sayılan leziz bir tatlı getirirdi. En çok bunu severdim; misafir tatlısı...
Sonrasında arkadaşlarım gelirler, toplaşılır, siyacıye çıkardık. Nasıl eğlenceli bir gelenektir bu siyacı! Komşuların kapıları tek tek çalınır; siyacı tekerlemesi söylenir, komşu da evinde ne var ise bize ikram ederdi. En makbul hediye bizim için paraydı tabi. Para veren altın bulsun edasında mutluluktan uçardık.
Siyacı geldi duydun mu? Duydun mu?
İçine neler koydun mu? Koydun mu?
Hüpleme hüp, bir kaşık süt!
Aynız boynuz su başı,
Su başının atları,
Keşir keşir keşler,
Ne diye eşler,
Arpacımı yediler,
Bana cüce dediler,
Ben cüclikten çıktım,
Kapı kapı gezdim.
Eytullah, beytullah!
Ya verirsin hakkımı, ya kırarım kapını, (burada kapı yumruklarla çalınır)
Kapı arkasında kömürlük, Ayşe Teyze’ye ömürlük!
Derdik!
Fil hafızasına sahip ben tek satırı bile unutmamışım. Keyiflendim bu sayede....

Sonrasında eve gelip, yetişir isek büyüklerimiz ile teravih namazına giderdik. Fark ediyorum ki, bunların hepsi toplulukla yapıldığında güzel ve anlamlı oluyor .

Eğer sahurdan sonra annem izin verirse sabah namazı için camiye giderdik. Annem çok da izin vermezdi aslında, yorulduğumuzu düşünerek uyumamızı isterdi.

Oruç tutmamız için ailemiz bizi zorlamaz, onların da onayı ile belli günlerde oruç tutardık.
Tabi zaman geçtikçe ve yetişkin olduk ve bu maneviyat ile oruçlarımızı elimizden geldiğince tam tutmaya devam ediyoruz. Ancak şuan ki dönemde daha bireysel yaşamlar tercih ettiğimiz ve aile bireylerinin de farklı yerlerde oturmaları nedeniyle , eski sofra kültürlerini yaşamak istesek de pek mümkün olmuyor. Sadece bu hafta sonu çok yakın bir arkadaşıma iftara davetliydim ve eski iftar sofra keyfini tekrar yaşadık. Bu da sadece hafta sonları olabiliyor.
Hangi dinden olursak olalım, bunu tartışmadan söyleyeceğim tek şey; yaşamda varlığımızı devam ettirmemizi sağlayan ve bizi var eden tek dayanak şüphesiz din - inanç ve yaşattığı maneviyat duygusu!
Hayırlı Ramazanlar..

23 Ağustos 2009 Pazar

Orman değiliz artık milli parkız!














Tekrar!
İstesek de istemesek de beraberiz yavrum.


-İsterim!
Başından başlayabilirim de sonsuz gözyaşlarım.

-Ortak düşünce;
Orman değiliz artık milli parkız....

Tekrar istemek; ancak orman değiliz artık milli parkız.

Tam da; beni artık kimseler aramasın diyordum son zamanlarda.

Yaşamın bize getirdikleri, bizden götürdükleri, bizim yaşamdan çaldıklarımız. Çaldığımızı sandığımız şeyler... Çalmak hırsızlık adına söylenmiş bir kelime değil. Benim için çalmanın anlamı; sabırsızlık! Zamandan çalmak, hemen herşey olsun istemek ve işin büyüsünü kaçırmak gibi...

Dünya bu kadar küçük demek... O kadar büyük bir dünyada iki insanın karşılaşma ihtimaline karşılık yine de yaşamayı başarabilmesi doğal. Peki sonra istesek de istemesek de nasıl karşılaşırsın? Üzerinde düşünmek, yorumlamak bile yaşamdan birşeyleri çalmaya başlamak demek bu saatten sonra!

Tesadüf diye birşey var ise ben bunu artık anlamlandıramıyorum. Tüm yaşamım bunun üzerine kurulmuşken! ben gerçek anlamda şaşırabilmek adına bir kere olsun tesadüf yaşamadım aslında. Artık yaşamdan birşeyler çalmıyorum, olayları akışına bıraktım. Hayatta ne olursa olsun herşey aynı şekilde yaşanıyor, onları şekillendirip, yorumlayan sonra değerler yükleyen bizleriz. Üzerimize aldığımız görevler, bize göre giydirilmiş elbiseler. Gelecek planları vs.
Sonra bir bakıyrosun yaşamdan çaldıkların, başkalarının rollerinde sana sunuluyor, fark etmek de demiyeceğim ama fark ettiğinde de özlüyorsun, özlediğinde de tekrar ediyorsun. İstiyorsun. Çünkü insanoğlu bu ne istediğini bilmez...
Yaptıkların sadece senle ilgili, ikinci bir kişi değil bundan sorumlu olan...
O yüzden orman değiliz artık milli parkız...

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Kano ve Kayadan İple İniş;Riva

Bugün 9 Ağustos Pazar günü.
Pazar günleri geç kalkılır düşüncesini yerlebir ederek 06:00’da uyanıyorum. Çantama yedek kıyafet ve yedek ayakkabı hazırlayıp, buluşma yerine doğru yola çıkıyorum. Apartman kapısından kafamı sokağa uzattığımda inanılmaz bir sessizlik hakim, sokakda gördüğüm tek canlı mahallenin haylaz kedisi oluyor, biran göz göze geliyoruz. Bana sanki apartman kapısını açık bırak da içeri girebileyim der gibi bakıyor. Ancak hızlı davranıp apartman kapısını O içeri süzülmeden hemen kapatıyorum. Arkama dönüp baktığımda sanki benden intikam alacakmış gibi bakışlarıyla beni süzüyordu.
Hoplaya zıplaya bu sessizliği bozarcasına metrobüse doğru koşturuyordum. Rotam; Altunizade durağı! Her zaman sölüyorum yine yenileyeceğim; metrobüs olayı Anadolu Yakasına rahat geçmek için birebir... Hele ki Pazar sabahı ise, bu yolun keyfini çıkartmak kaçınılmaz. Yollarda tek tük araçlar benim gibi biryerlere gitme telaşında. Otobüs şöförü bile bu durumdan memnun görünüyor, sanki ilk yolcusu benmişim gibi günaydınlaşıyoruz!
Biraz geç kalmış olabilirim düşüncesinde telefonum çalıyor; sevgili Çiğdem, nerede olduğumu soruyor. On dakika sonra orada olacağımı bildiriyorum.
Altunizade köprü ayağında beni bekliyorlar...ve yola koyuluyoruz...
Hava tam da istediğimiz gibi ne çok sıcak ne de bulutlu. Sakin bir gün bizi bekliyor. Rotamız Kavacık’tan Riva yoluna doğru devam ediyor. Yol boyunca devam eden doğa güzelliklerine Göktürk’den okadar alışkınım ki bu yüzden sakin yerleri çok da şaşkınlık ile karşılamıyorum. Ancak araçta bulunan diğer arkadaşlarım yol boyunca devam eden doğa güzelliklerini benim kadar sakin izlemiyorlar, her geçiş bir şaşkınlık uynadırıyor onlar için.
Aracın camını aralayıp da temiz havayı içimize çekmek sabahın mağmurluğunu üzerimizden atmamazı sağlıyor.

Ve Riva deresine geliyorduk. Çakıl taşlı yola aracımızı park edip de çakıl taşları nedeniyle çıkan ses, beni oldum olası eğlendirmiştir.

Sonrasında Caner ve Hande bize katılıyor, Caner, Macera Akademisi kurucusu. Bugün yapacağımız Kano ve Kaya’dan İple iniş akvitemizi organize ediyor. Kendisi profoyonel bir exterm sporcusudur.

Dere kenarında bir kır lokantası karşılıyor bizi, lokanta sahipleri bile yeni uyanmışlar. Merdivenlerden aşağı inip de sırasıyla dizilmiş ağaçların altında tahtadan masa ve sandaliyeler gözüme çarpıyor. Gece oluşan çiğ, etrafı biraz nemlendirmiş durumda. Çiğ nedeniyle ıslanmış olan masa ve sandaliyeleri temizledikten sonra yoldan aldığımız çıtır çıtır simitleri çay eşliğinde yiyiyoruz. Sonrasında soframıza dahil olan çilek reçeli ve beyaz peynir ziyafetimizi bir kat daha artıyordu.
Hani bugün bir aktivite yapmasak bile bu kısa kahvaltı ruhumuza yeterince iyi gelebilir diyebilirim. Bu kadar sessizlik yeter diyerek, kanolarımızı hazırlamaya başlıyorduk. Toplamda 6 kişiyiz. 3 kano ile yola çıkıyoruz. Benim eşim daha önceki işyerinde yöneticim GMY olan Kürşad Bey, en güçlü takım biz olacağız düşüncesindeyim. Ceyda ve Çiğdem, Caner ve Natali. En profosyonelimiz Caner ve Natali’ydi aslında.

İlk kez kano yapıyor olmak heyecan vericiydi şüphesiz. Ancak dereyi yakından görüp de ne kadar kirli olduğunu anlamamız biraz şevkimizi kırmıştı. Çünkü kano yaparken düşme riskimiz de vardı. Kahve renginde görünen dereye düşmek de hiç hoş bir durum olmazdı sanırım. Dikkatli şekilde kanolarımıza yerşeliyorduk. Önde ben oturuyor, arka bölüme de Kürşad bey yerleşiyordu. Ben sürekli kürek çekecek, Kürşad Bey’de kanoya yön verecekti. Azimle herkesi geride bırakmıştık. Tek sorun benim küreğim yeteri kadar büyük değildi, sanki çocuk küreğiydi, bu da beni zorluyordu. Yaklaşık 5km’lik bir parkur bizi bekliyordu. Etraf alabildiğine yeşilliklerle doluydu. Sağlı sollu sazlar ve büyük otlar ile doğa harikasında ilerliyorduk. Eğer kanoya yön vermekte gecikirseniz hiç şaşmadan otlara doğru yol alıyorusunuz ve bunu anında engellemek de pek mümkün olmuyordu. İlk otlar ile selamlaşan önde oturduğum için ben oluyordum. Partnerim bu durumu algılamıyor ve yön vermeyi maalesef geciktiriyordu. “ Fethiye; bak doğayı dinle, etrafa bak, ne kadar dingin, nasıl güzel” ben küreklere asılırken, yön bir anda değişiyor ve doğruca dingin olarak nitelendirilen doğayı, yani sazlıkları yakıdan keşfediyor, otları yüzümde, gözümde hissediyordum. Neyseki iyi bir takımdık ve çabuk toparlıyorduk kendimizi.
Güneş kendini göstermeye başlamış, sıcaklığını yavaş yavaş hissetiriyordu. İlk mola yerimize ulaşıyorduk. Kısa bir moladan sonra kayadan iple iniş aktivitemizi gerçekleştirecektik.
Kanolarımızı dikkatlice dere kenarına park ediyorduk. Tek tek kanodan karaya çıkımışız görülmeye değerdi. Etrafda kimseler yoktu, sebze bahçelerinden oluşan yeşiller hakimdi tüm çevrede.
Can yeleklerimizi çıkartıp biraz soluklanıyorduk. “ ah keşke bir çay olsa” dediğim anda Caner termosu çıkartmış o an için mutluluğumu daim etmişti. Sonrasında “ şu çayın yanına kurabiye de olsa ne güzel olur” dedim ve ikinci bir süpriz ile şaşkınlığım isteklerimin gerçekleşmesi ile beni benden almıştı. Doğa gezilerinde genelde rutin hayatımızda yaptığımız, ancak çok da farkında olmadığımız şeyler daha bir değerli gelir. O an dağ tepede çay ne arar, kurabiye ne arar düşüncesinin gerçekleşme durumu, fark etmeyi hatırlatır ve küçük mutlulukları anlamlandırmaz mı?
Bu küçük moladan sonra kayadan iple iniş için hazırlanıyorduk. Caner gerekli hazırlıkları yapmış, bizi de bu aktivite için hazırlıyordu. Bir sürü malzemeyi üzerimize geçirip tepeye doğru yol alıyorduk. Çıktığımız tepeden aşağı ip ile inecektik. Adrenalini yüksek bir aktiviteydi, ve daha önce denememiştim. Benim için adrenalini yüksek olan tek ativite dalış olmuştur. Ve yüksek bir tepeden denize atlamışımdır. Pardon bir de iki teker ile sürüş keyfi vardır. Bunun dışında çok da fazla exterm sporları yapmamışımdır. Gerek mi var diye düşünmüyorum daJ)
Hazırlıklar tamamdı. İlk kurban Kürşad beydi.İyi bir iniş ile aşağıdan bize el sallıyordu. Sonrasında Ceyda hazırlandı. Ancak olmaması gerekli bir durum ile bir anda sağa doğru savruldu ve omuzu kayalıklara çarptı. Şaşkınlık ve korku içinde onu gördüğümde soğuk kanlılığı ve ne yapması gerektiğini Caner’e soruyordu. Caner’in ilk fark ettiği şey ayaklarını omuz hizasında açmadığı için savrulduğuydu. Ceyda o kadar soğuk kanlıydı ki, yaşadığı tatsız olayı biranda atlatmış, doğru şekilde aşağıya inmeyi başarıyordu. O’na bu durumda hayran kalmıştım. Aşağıda yarasına ilk müdahele yapılıyordu.
Tabiki iniş sırası bendeydi, maneviyatı güçlü biri olarak dualarımı ardı ardına okuyordum. İlk başlamada Caner birşeyler anlatıyor, ama ben dua okuduğum için sessiz kalmış ve Caner ne yaptığım konusunda fikir üretmeye çalışıyordu. Neyseki durumu anladılar, bu anlamda da bana zaman tanıdılar. Uçurumun ucuna geldiğimde, tüm komutları almış ve iniş için hazırdım. Biran hatırladığım şey vazgeçmekti. Ancak ilk adımı atıp da cesaretimi topladıktan sonra, nasıl keyifli bir aktivite olduğunu anlıyordum. İlk adımda Caner bu anı ölümsüzleştirmek adına beni fotoğraflamıştı.
İpi kontollü şekilde sağ elimle tutarak aşağıya doğru süzülüyor ve bu durumda nasıl bir keyif aldığımı hissediyordum. Düşündüğüm tek şey bu aktiviteyi tekrar denemek istememdi.
Aşağı indiğimde mutluluk çığlıkları ve yeni fotoğraflar için pozlar veriyordum.
Sıra Çiğdem’deydi ve üçüncü bir kişiyi inerken izliyor olmak da keyifliydi.
Bu aktiviteyi de başarı ile tamamlıyorduk, malzemelerimizi toparladıktan sonra kanolarımıza biniyor ve dönüş yoluna başlıyorduk. Güneş daha da tepede bizi karşılıyordu. Güneşin yakıcı ışıklarına maruz kalmış ve biçimsiz şekilde yandığımı fark etmek için geç kalmıştım. Günün yorgunluğu ile grubu arkadan takip ediyorduk. Sonrasında fark ettim ki sadece ben kürek çekiyordum. Sevgili Kürşad bey doğanın güzelliği ile etrafı izliyordu. Ve sırasıyla her yakadaki sazlıkları bodozlama dalarak, yakından ben keşfediyordum.
Saatler ilerlemiş ve biz baya bir arkada kalarak grubu görüş hizasından da uzaklaşmıştık. Tek başımıza geziye çıkmış gibi tın tın ilerliyorduk. Artık Kano keyfi bizim için işkence niteliğindeydi. Yorgunluk ve sıcak bizi daha da bezdirmişti. Caner geri dönmüş ve bizi kendi kanosuna bağlamıştı. Onların da yardımı ile varış noktasına geliyorduk. Yorucu ama bir o kadar da eğlenceli bir aktiviteydi, Kanodan indiğimde ne kadar ıslandığımın farkına vardım. Sanki kürek değil ben kendim kürek görevinde gibi sırıl sıklam olmuş bir haldeydim. Etrafa baktığımda gördüğüm şey sabahki sessizliğin gitmiş olduğuydu. Yoğun bir kalabalık kır lokantasıda yemek keyfi yapıyordu. Herkes kendini doğaya bırakmış yemeklerini yiyorlardı. Bizim için de bir masa hazırlanmıştı. Yedek kıyafet getirmiş olmanın önemini şimdi kavrıyordum. Üzerimizi değiştirmiş ve yemek için softaya oturmuştuk. Sofrada benim pek sevmediğim et şöleni hakimdi. Benim için patlıcan közleme hazırlanmış, ve zeytinyağlı taze fasülye yapılmıştı. Yanında manda yoğurdu ve pilav, muazzam güzellikte mevsim salatası beni benden almıştı. Yemekler yeniyor, sohbet almış başını gidiyordu. Geziye katılan kişilerden sadece Çiğdem ve ben birbirimizi tanıyor, diğer kişiler birbirlerini tanımıyordu. Bu tarz aktivitelerde sevdiğim şey de bu, yeni tanışan kişilerin sohbetleri ve ortak zevkleri. Yemek sonrası çaylarımız keyfimize keyif katıyor, yorgunluğumuzu da hafifletiyordu.

Sohbet, sohbet derken gitme vakti gelmişti. Yola çıkmak için hazırdık. Araçlarımıza binip, artık onsuz da olamayacağımız şehre doğru yol alıyorduk.
Doğa vazgeçilmez bir yaşam biçimi, ancak şehir hayatı da bizim için vazgeçilmez ve bize değerlerimizi fark ettiren, kıymet kelimesini anlamdıran bir yaşam tarzı. Ben doğayı seviyorum ama şehir hayatından da vazgeçemiyorum.

Daha güzel bir aktivitede görüşmek dileğiyle.
Sevgiyle kalın.

9 Ağustos 2009 Pazar

Gezdikce/Kaya İple İniş ve Kano Aktivitesi ( çok eğlendik )


Kayadan iple inişi ilk kez deniyordum! Uçurumun ucunda biran caydım ancak cesareti tekrar toparlayıp da Caner Hocamızın da öğretileri ile bu keyifli aktiviteyi sorunsuz gerçekleştirdim. Anlatamıycağım bir keyif ve tekrar denemek için sabırsızlanıyorum.Tavsiye ederim!


Kayadan iple iniş için Caner hocamızı dinlerken, İlk Kürşad Bey deniyor, sonrasında Ceyda Deniyor ama Ceyda küçük bir kaza atlatıyordu, ( geçmiş olsun ) bacaklarını omuz hizasında açmadığı için bir anda sağa doğru çarpıyordu. Ki sonraki deneme de bendeydi. Neyseki hocamı çok iyi dinleyerek kazasız, başarılı bir iniş gerçekleştiriyordum.



Kayadan iple için hazırlanırken...



Kano; çok keyifli bir aktivite, yer Riva Deresi. İyi bir takın arkadaşı ile keyifli bir gezi gerçekleştirebilirsiniz. ilk parkur sonucunda kaya tırmanışı için tepeye çıkmak için hazırlanıyorduk.




Bu eşsiz manzara karşısında kelimeler kifayetsiz kalıyor şüphesiz!



Ceyda ve Çiğdem muhteşem bir ikiliydi bugün!




Parkur için hazırlanıyoruz.























































Kano gezimiz için, kanolarımızı hazırlıyoruz. Yorucu bir hazırlık oldu şüphesiz. Güzel bir pazar gününü gezdikce üyeleri ile keyifle geçirdik. Tüm arkadaşlara teşekkürler.

Hayat gezdikce güzel, gezdikce tatlı ve özel.

8 Mart

Kadın Üzerine – Nazım Hikmet Kimi der ki kadın, uzun kış gecelerinde yatmak içindir. Kimi der ki kadın, yeşil bir harman yerinde dokuz zil...