23 Aralık 2013 Pazartesi

Sinema


Bazı filmler vardır izleyemezsiniz, bekler...

Ör; Melekler Şehri filmini abartmıyorum dört yıl sonra izledim... Keza Meet Joe Black filmini de beş yıl sonra izlemiştim...

İki film de beklediğimden öte çıktı... film içerisindeki replikler büyüleyiciydi...

Sonra Before Sunrise düştü... ne olduğumu şaşırdım... Hem filmin çekildiği şehre aşık oldum, hem film içerisinde geçen dialoglar, replikler beni benden aldı...

Sonra Before Sunset geldi... öyle bir geldi ki, ilk filmin soru işaretlerini, hayal kırıklarını, keşkelerini aldı götürdü...

Kaldı ki, film yıllar sonra çekilmişti ve karakterler de olgunlaşmışlardı... Herşey çok gerçekçiydi...

Bu yıl da en son Before Midnight geldi... Öyle bir geldi ki, acaba dedim, acaba iki filmin büyüsü kayıp olur mu?

Ya da ne olacak? Nasıl sonuçlanacak?

Yine mekanlara hayran oldum, Yunanistan büyüleyiciydi...

Filmler farkında olmadan çok şey aktarmakta... Mekanlar, insanlar, yaşam... hepsi birer biz, ve bizden...

geçmiş ya da gelecekten haberler sunmakta...

bir film var izlemeye kıyamıyorum, öylece bekliyor sinema arşivimde;" Eat Pray Love"
geçen gün izliyim dedim, ilk on dakika sonra kapattım... biraz bekle dedim, biraz daha bekle...



22 Aralık 2013 Pazar

Dikkatimi çekti;

Dün sinemada izledigim film fragmanında cımbızla çektigim sôz;
 " olmaması geren hiç bir şey olmaz" ....

23 Kasım 2013 Cumartesi

Bi ara...

Şu son CocaCola isim reklam kampanyasında hiç şansım yok benim! Ancak il, ilçe kampanyasında adım açık ara önde gider ona göre; ezmeyin beni :))


16 Kasım 2013 Cumartesi

Müzik

Dun aksam harika konser, Bulent Ortacgil'i dinledim!
Erkan Uğur'da elektro gitarı ile eslik etti...
cok tesekkurler ve saglikla daha nice guzel muzik dolu gunlerimiz olsun... İyiki varsınız...

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Kaçkar Dağları Zirve Tırmanışı

Günlerdir ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum... Temmuz ayı o kadar güzel başladı ki, bu ay bitsin de istemiyorum...

Bu ay stard verdi ve ben tatile çıktım... Tüm yılın yorgunluğunu alan, hem öğretici hem dinlendirici hem de düşündürücü bir tatildi bu...

Yurtdışı gezileri her koşulda birşeyler katar diye düşünüyorum. Yeni bir ülke gördüm. yeni yeni şehirler keşfettim. yeni kültürler tanıdım...

Sonra canım ülkeme döndüm. Çekçekli valimizimi bırakıp, sırtçantamı alarak Türkiye haritasının bir diğer ucuna uçtum...

Çocukluk arkadaşım Nilu'yu de ikna ederek Erzurum'a yola çıktık. Buradan sonraki rotamız Artvin ve sonrasında Kaçkar Dağları zirve tırmanışı...

Erzurum hava alanına vardığımızda diğer arkadaşlarımızla da buluşup Erzurum'a yol alıyorduk. herşey çok güzeldi, anlatılmayacak kadar keyifliydi... Tortum Şelalesi'ni gördüğüm anda doğanın gücünü, güzelliğini ve yaşattığı huzuru satırlara dökmek mümkün değil...Burada güzel bir yemekten sonrası Artvin Yaylalar Köyüne yola koyuluyorduk.


Ancak yol boyunca dikkatimizi çeken her yerde mola veriyorduk gönlümüzce...

Konaklama noktamız Yaylalar Köyü daha önce gezdiğim yerlere benzetemediğim güzel bir Karadeniz Köyü, ( bu arada ilk kez Karadeniz'i ziyaret ediyordum )

Şuan bu yazıyı yazarken düşündüğümde Karadeniz deyince aklıma ilk gelen gürül gürül akan dereler... Bu dereler doğanın ana kaynağı, herşey derelere bağlı... Üzücü tarafı da bu dereler kapitalist sistem için iştah açıcı durumda, hes kurma çabasındalar... Erzurum'da bunu birkaç köyde gözlemledik maalesef...

Konakyalacağımız yer bungalov ev. Her evin kendine ait bahçesi var... İşin şaşırtıcı yanı evlerin altından dere akıyor... Bu bir süre sonra dikkat dağıtıcı bir ses haline gelebiliyor. Ancak o kadar yorulmuşum ki, derenin sesini duymam pek mümkün olmadı...

Sabah uyandığımızda rüya gibi bir kahvaltı sofrası bizi karşılıyordu... Açık havada yanı başımızdan gürül gürül akan bir dere, ki bu tarif edilemeyecek bir serinlik hissi yaşatıyor. Manzaramız desem rüya gibi; muazzam dağlarlar çevrili yemyeşil doğa... binbir renkte çiçekler...

O sabah yola çıkıp 11km. yürüyüş sonrasında Kaçkarlar zirve tırmanışı için anakamp noktamız Dilberdüzüne yola koyuluyorduk. Yine patika boyunca etraf tüm güzelliği ile bizi şaşırtmaktaydı. Yol üzerinde iki köy içerisinden geçiyorduk. Köylüler insancanlısı, turizm yeri olması sebebiyle de ziyaretçileri seviyorlar.

Temiz hava, dereler, çiçekler, kelebekler derken anakamp merkezimize ulaşıyorduk. Ancak zorlu bir yolu da geride bırakıyorduk... Karnımız aç bi aç, çadır kurmak için güzel bir alan bulma arayışındaydık. Ve kamp alanında da bir der bulunuyordu...

Çadırlarımızı kurmuş, halen aç bir halde, akşam üzeri havanın değişmesi ile üşümüştük... Bu gezide dört mevsimi bir arada yaşıyorduk... Sıkı sıkı giyinip, açık havada akşam yemek ziyafetine hazırdık. Grubumuzda doktor olan Tibet arkadaşımızı aşçılık hünerlerini göstererek bize şahane bir menemen yapma hazırlığındaydı... Ancak sabah erzak alışverişinde bir eksik çıkmıştı. Menemen için biber yoktu maalesef, sadece domates ve yumurta ile Tibet maharetini konuşturacaktı. Üstelik çok açtık... Ancak şahane bir lezzet ile karşı karşıyaydık; ya da gerçekten çok açtık! Şaka bir yana harika bir yemek yemiştik... Yemek sonrası çay olsa ne güzel giderdi demeye kalmadan yan kamp komşumuz kocaman termos ile bize süpriz yapıyordu... Daha ne isteyebilirdik ki? Çocuklar gibi şen bir halde, ısınmak adına da; biraz hareketlendik, yakartop oynadık oyunun adı da "ortada Feto'ydu" talihsiz ben sürekli hedef halinde toptan kaçma çabasında... Ne diyebilirim ki, şuana kadar çıktığım en keyifli tatilimdi...

Bu gece zirve tırmanışı için yola çıkmamız gerekliydi ve erken uyumalıydık. İlk kamp tecrübesi olan dostum Nilgun ile aynı çadırı paylaşıyorduk. Ancak hava tahminimizden daha da soğuk olmaya başladı. Güneş erken kaçınca hava bir anda buz kesmişti...

Sıfır uyku ile saat 02:00'de ayaklanmıştık. Sırt çantamızı hazırlamış, soğa karşı tedarikli bir şekilde tırmanışa hazırdık. Yan komşumuzdaki kampta profosyonel bir rehber vardı ve kendisi ile anlaştık; Murat! bize zirve tırmanışında eşilik edecekti... Ayrıca yardımcısı Ercan rehber de bizle birlikteydi...
İtiraf ediyorum eğer Ercan Rehber olmasaydı sanırım zirve tırmanışını yapamazdım... Çünkü tahminimden çok daha zorlu bir patikaya sahipti Kaçlar... Ercan'da sürekli telkinlerde bulunup başarırsın diyerek bana yardımcı olmuştu...

yaklaşık 14km yürüyüş sonrasında muazzam güzellikteki zirveden doğaya başka bir gözle bakıyorduk... Anlatılması çok mümkün olmayan, ve yaşanması da büyük haz veren bir duygu bu... Zirvede hava biranda değişebiliyor, aniden bir sis ile her yer bulanık saniyede sis kaybolup etrak pırıl pırıl bir manzarada olabiliyor... Zirvede güzel bir yemek ziyafetinden sonra, zirve defterine mesajımız ve imzamız ile, güzel anı dolu fotoğraflarımızla dönüşe hazırdık...
Dönüş de, çıkış kadar zordu, gün ışığı ile karlar erimeye başlamış ve yaklaşık iki saatlik kar yürüyüşünde sürekli karda batabiliyorduk... Grup arkadaşlarım kara aldırmadan kendilerini özgür bırakıp yokuş aşağı karda kayarak yolu kısaltıyorlardı... Bense bu duruma temkinli yaklaşarak çok kaymayı tercih etmemiştim...

Herşey çok güzeldi, doğa dönüşte daha bir güzeldi... hava şansımıza bizden yana çıkmıştı... Daha ne isteyebilirdik ki?

Dönüş yolunda biraz arkada kalmış ve botlarım da ayaklarımı biraz vurmuştu, derede botlarımı çıkartıp biraz ayaklarımı rahatlamak istemiştim, şans diyorum başka da birşey demiyorum, ayaklarım derede iken bir kaya parçası yuvarladın, çok büyük bir parça değildi ancak sağ ayağım baş ayak parmağıma isabet etti... Bu sayede arkada kalan ben, ilk yarıdm çantamdan sargı bezi ile ayağımı sarıp yavaş yavaş yürüyerek anakampa ulaşmam gerekli zamanı iki saat daha ileriye atarak en son ben kampta olmayı garantilemiştim. Kırmızı rüzgarlığımla tepede görünüyordum... Anakamptaki arkadaşlarım el kol hareketleri yapıyorlardı, ancak bilmiyorlardı neden bu kadar yavaş olduğumu... Kampa vardığımda kısa süreli de olsa dalgaya alınacağımı biliyordum, ancak durumu öğrendiklerinde karizmam gücüne güç katıyordu. Sağolsun doktorumuz hemen yerinde bir müdahale ile yardımcı olmuştu...

Havanın kötü olma ihtimaline karşı kamptan ayrılmaya karar veriyorduk. Yani 11km lik yeni bir yürüyüş ile otele dönüyorduk... Bugünde toplamda 39km yol yürümüş olacaktım...

Doğa doğa herşeyi unutturuyor, yol boyunca sohbet zaten keyifti... Hava kararmadan otelde olmamız gerekliydi, çünkü hava karardığı gibi ayılar yaylaya iniyorlarmış... Gruptaki arkadaşlar bunu duyduklarında dalga konusu olmuştu... Ancak bu gerçekti, hava kararmadan otelde olmalıydık... Hatırladığım köye giriş yaptığımızda artık ayaklarım geri geri gidiyordu... O kadar yol yürümek gerçekten güçtü... oteli görüyordum ama nasıl oraya varacağım konusunu sonuçlandıramıyordum...
Çok şükür ki merkezdeydik, medeniyet:)

Bu akşamki yemek bir harika, otel sahibi bize zirve ödülü olarak kendi elleriyle yemekler hazırlamıştı... Daha ne isteyebilirim ki, daha önce hiç görmediğim bir yer ve doğa bir harika, yemekler bir harika, yerleşik hayat misafir perver...

18 Şubat 2013 Pazartesi

İktisadi Özgeçmişim

Sınırlı kaynaklar dünyasında merhaba dediğim şu yaşamda, sonsuz istekler silsilesinde iktisadı özgeçmişimi hazırladım;
Yaşantımın geçmiş tarih özetinde her dönemi eş kenar açılarda hesaplamışım, çıkan sonuç da pek şahane; dengeli:))
Şuan geldiğim nokta, tam da ömrümün yarı noktası, dante gibi geçen ömrün ortasında öz eleştrilerimin karesini de aldım;
Bu sayede tarihi öz geçmişimde kuşatamadığım hedeflerime bir çıkartma daha planladım.
Coğrafik açıdan ruhsal mevsimlerime göz attım, mevsimler zaman zaman kendi doğallığında yaşanmamış, coğrafik haritada bunu fark ettim.
Mesela yazlar yaz gibi geçmemiş, kışlar kurak ve soğuk geçmemiş… Ancak yıllar herşeye rağmen geçivermiş :)
Tarih araştırmalarım sonucunda; kader yeni keşifler, başarılar sunmuş…
Bir dönem kuşatlamalarda başarısız olunsa da,
Bir dönem keşifler/başarılar kendiliğinden gerçekleşmiş.
Kimi zaman karekök hesabında şaşkınlıklar olsa da,
Başka bir dönem varyans hesabında dengeler sağlanmış.
Yazların kurak ve yakıcı sıcaklarında; Başarı gölgeleri serinlik getirmiş, serinlikler ferahlık hissinde mutlulukları perçimlemiş.
Kış mevsimleri soğuklarda bütçe açığı verse de ; dostlar sayesinde sağlanan manevi finansman krizleri kolayca atlamamı sağlamış..
Bir dönem mevsimler karışmış, bahar mevsimleri şaşmış,hatta uzun bir dönem bahar mevsimleri oluşmamış…
Ancak anlaşılan şaşan bahar mevsimi değil; Benmişim…
Aslında beklenilen bahar mevsimden öte yaşamın kendi iç kaynağı kendi felsefesiymiş, hissedebildiğin/görebildiğin ölçüde her mevsim bahar ferahlığında gerçekleşmekteymiş…
Bu yıl da bahar mevsiminde ne standart sapması ne de ruhsal anlamda iktisadi kalkınma zorlukları oluşmadan, kendi coğrafyanızda gerçek bahar ferahlıkları dilerim….
Mutlu baharlar olsun…

*** ekli fotoğrafı geçtğimiz yaz iki teker gezilerinden bir tanesinde çekmiştim! çok seviyorum bu fotoğrafı; yaşama dair en güzel kare bana göre... yeşilin binbir tonu, güneş ışıklarında gökyüzünün ferahlığı hissettiğim!... Burası aynı zamanda İstanbul sınırlarında çekildi...

12 Şubat 2013 Salı

Benim Babam

Babama hiç yazı yazmadım!
Ancak hayatımın her anında bir izi var babamın... Duruşumda, tavrımda, hitabımda, prensiplerimde babam hep var...
Benim babam çok centilmen bir insan. Eskilerden kalma bir ataerkin yapısı hakim. Ailenin reisi havasında her işi halleden koruyucu bir yapısı mevcut. Mesela babamın yanında hesap ödeyemezsin! Bu mümkün değil! ( denemeye kalkmak bile çok geç olur; hangi arada ödenir o hesap bilemezsiniz ) Mesela babamın yanında ulaşım araçlarında kendi kararını veremezsin, hemen bir el kalkar havaya ve taksi çağrılır. Mümkün değil kuraldır; kapının önüne kadar bırakılırsın...

Babamdan birşey iste; ertesi günü kapının önünde biter, babam kısacası Speedy Gonzales edasında yetişir her yere... Yaşının aksine tam bir delikanlıdır... Tahmin ediyorum babam dünyada altı kişiyi tanımakta ve dünyanın neresinde olursa olsun yapmak istediklerine ulaşabilmekte bu nedenle... ulaşır ve halleder...

Bu sabah aradım babamı; sabah erkendi ben işe yeni gelmiştim; kendisi de kahvaltısını yapmış, sahilde dolaşıyorum dedi... keyifli keyifli... Hava da çok güzel burada dedi... Bir ricada bulundum kendisinden... Çünkü koca şehir hayatında çözümleyemedim bu isteğimi... Eski yazı yazan bir kişiye ihtiyaç vardı ve babam hemen çözümledi durumu. Araştırdı, buldu, buluşturdu, yazılması gerekli olanları yazdırdı ve kurye ile ulaştırdı...

İlk bunu rica ettiğimde verdiği cevap aynen şuydu; hallederiz, sen tam olarak ne istediğini söyle hallederiz...!!!

İşte benim babam böyle bir kişi... Bendeki baba faktörü ve hayata bakışım bu kadar sağlam varlığını sürdürmekte, böyle bir babaya sahip olduğum için de hem herşey çok kolay olmak da, hem de çok zor olmakta... Çünkü yaşadığım bu koca şehirde roller bu kadar gerçekçi ve samimi değil!

Bu nedenle ben babama kocaman teşekkür ediyorum... Kocaman kocaman...
Benim baba Speedy Gonzales gibidir :))...

31 Ocak 2013 Perşembe

Ben annemi özledim!

Bugün günlerden 31 OCak 2013

bundan on yıl önce, bir parça koptu! belki de tüm, yaşam, herşey, dünya koptu! tüm olan parçalara ayrıldı. savruldu, toz duman oldu... Olan ne ise, toparlamak için hiç birşey yapmadım. parça ya da bütün ne ise sorgulamadım. sessiz film gibi izledim herşeyi, anlam vermek ya da anlamdırmak, anlamaya çalışmak, üzülmek, sevinmek, şaşırmak, beklemek, düşünmek... Hiç biri değil. sadece bir kez canım çok yandı. Öyle yandı ki, bunla birlikte tüm hislerim sıfırlandı. Uzun yürüyüşler başladı, bıraksanız belki de Antalya'ya değin yürüyecek güçle gidebilirdim. Uzun ve sessiz yürüyüşler...

Bundan on yıl önce, yine bugünkü gibi deli gibi yağmur yağıyordu ve ben Anneciğimi kaybettim...
herşeye hazırlıklıydık. Bekliyorduk, daha doğrusu neyle karşılaşacağımızı bildiğimizi düşünüyorduk. Ancak olmadı beklediğimiz gibi olmadı... Üzülmek duygusunu bile algılamadım. Canım bir acıdı... Acı içimize çöktü! Kaldı!

Bundan on yıl önce bu acı, süreklidi... Herşeyi beraberinde getirdi...
Ben annemle birlikte belki de aile olmayı da kaybettim. Çünkü birlikte olmak duygusu, bir görev gibi devam ediyordu... herkes çok hassas şekilde, düzenli olarak görüşüyordu... Ancak eksik birşeyler vardı... Bunu konuşmadan sarıldık...

Alışıyorsun diyorlar ya; alışamıyorsun... Alışmak kelimesinin en ağır halidir alışamamak!

Gün geçtikçe anneme daha çok benziyorum... ne güzel bir haldir bu...
Ben annemi çok özledim...


8 Mart

Kadın Üzerine – Nazım Hikmet Kimi der ki kadın, uzun kış gecelerinde yatmak içindir. Kimi der ki kadın, yeşil bir harman yerinde dokuz zil...