18 Mayıs 2025 Pazar

Beni Gerçek Sandın

 Bazı insanlar bir ömür boyu sadece bir şey olmak ister: saydam değil, görünür.

Ama bazen öyle büyürsün ki, ne zaman gerçek olduğunu bile hatırlayamazsın.

Sanki hep bir başkasının gözlüğünden kendine bakarsın…

Ve biri seni sonunda “gerçek sandığında”, kendinle ilk kez tanışırsın.

Bazı cümleler vardır, birini derinlemesine anlatır.

“Beni gerçek sandı.”

Bu cümleyi okuduğu anda dondu. İçinde bir şey kırılmadı… Aksine, yıllardır yerine oturmayan bir parça yerini buldu.


Çünkü o çocukluğu boyunca sadece var olmak istemişti. Ne fazlası, ne eksiği…

Sadece anlaşılmak.

Fark edilmek.

Hissettirilmek.


Ama hayat ona böyle işlememişti. Koşullu sevgiler, susarak sevilme çabaları, gözlerinin içine bakmadan konuşulan sözler… Hep başkalarının görmek istediği biri olma baskısıyla büyümüştü. Kendi duygularını ifade ettiğinde “fazla” bulunmuş, sustuğunda ise “soğuk.” Hiçbir hâliyle tam anlamıyla gerçek sayılmamıştı.


Oysa o, yalnızca olduğu gibi kalmak istiyordu.


Zamanla öğrendi ki, çocuklukta temeli atılan değersizlik duygusu, yetişkinlikte bin türlü kıyafetle karşısına çıkıyor. Kimi zaman romantik bir ilişkide, kimi zaman iş hayatında, kimi zaman en yakın dostluklarda.

Kendini anlatmaya çalıştıkça, daha da yalnızlaştı.

O kadar çok çabaladı ki, sonunda kendi gerçeğinden bile uzaklaştı.


Virginia Satir bir yerde şöyle der:

“İnsan kendine yabancılaştığında, başkalarının beklentisi onun yaşam rehberi olur.”

O da bir zamanlar böyle yaşamıştı. Sessiz kalınca sevileceğini, uyum gösterince kabul göreceğini sanmıştı.


Bir zamanlar sevdiği insanları suçlamıştı. Kendini ifade edemediğinde, onların onu anlamadığını sanmıştı. Ama sonra Jung’un söylediği o derin gerçekle tanıştı:

“Kendinde görmek istemediğin her değersizliği, bir başkasına atfedersin. Bu bir ruh naklidir.”


O fark etti ki; yıllarca cezalandırdığı kişiler, aslında kendi içindeki yaralı çocuktu. Onun ihtiyaçlarıydı.

Ve belki de hayat boyu en büyük mücadelesi, biri tarafından “gerçek sanılmak” olmuştu.


Rollo May şöyle der:

“Bazen insan en çok kendi çocukluğunu büyütmek için yaşar.”

Ve evet, hayat onu yüzme bilmeden denizin ortasına atmıştı.

Ama o, her şeye rağmen boğulmadı.

Çırpınmayı bıraktı.

Sadece nefes aldı.

Artık biri onu “gerçek sansın” diye yaşamıyordu.

Çünkü kendisi olduğunda zaten gerçekti.

Ve o küçük erkek çocuğu, belki bir gün sadece göz kırparak diyecek:

“Beni gerçek sandın ya… İşte o an ilk kez gerçekten vardım.”

Ve belki de bütün mesele buydu…

Görünmek için değil, gerçekten var olmak için yaşamak.


Hiç yorum yok:

Çatlaklardan İçeri Sızan Işık

  Kusurlarımızı altınla onarmayı öğrenebilir miyiz? Japon estetik anlayışında derin bir öğreti vardır: Kintsugi. Anlamı basittir ama etkisi...