Zaman çoğu zaman fark etmeden elimizden kayar. Günlerin nasıl geçtiğini anlayamadan, bir bakmışız hafta bitmiş, ay geçmiş, mevsim değişmiş. Oysa her an, kendi içinde bir bütünlük taşıyor. Yaşadığımız her saniye, bize ait. Ama biz çoğu zaman orada değiliz.
Anda kalmak, birçokları için romantik bir fikir gibi görünse de aslında sadece farkındalıkla ilgilidir. Hayat yalnızca şu anda yaşanıyor. Ne geçmiş geri gelecek, ne gelecek bizim kontrolümüzde. Yine de zihnimiz sürekli bu iki uç arasında salınıyor. Ya geçmişte kalmış bir cümleye takılıyoruz ya da henüz yaşanmamış bir olayın olasılıklarını kuruyoruz zihnimizde. Böylece elimizdeki tek gerçek olan “şimdi”yi sessizce kaçırıyoruz.
Günlük hayatın koşturmacasında fark etmeden akıp giden o kadar çok an var ki…
Bir yürüyüş sırasında kulağımıza çalınan bir melodi, balkona vuran sabah ışığı, çayımızı yudumlarken farkında olmadan içine daldığımız o sessizlik…
Bunlar küçük gibi görünen ama hayatın asıl özü olan anlar. Anda kalmak, işte bunları kaçırmamak demek.
Zihni susturmak değil bu. Sadece fark ederek orada bulunmak.
Zamanın kıymeti de tam burada gizli:
Elinden kayıp giden bir şeyin ardından üzülmek yerine, o zamanı yaşarken içinde olmak.
Acele etmeden.
Geçmişe saplanmadan.
Geleceği kurcalamadan.
Sadece şu anı hissederek.
Çünkü hayat planlardan değil, deneyimlerden oluşuyor.
Hayat dediğimiz şey, ne geçmişin tozunda ne de geleceğin sisinde…
Tam burada, tam şimdi, olduğumuz yerde yaşanıyor.
Ben artık hiçbir şeyi ertelememeye çalışıyorum. Sevgimi, şefkatimi, teşekkürümü, vedamı, kararlarımı… Çünkü ertelenen her şey zamanın içinde kaybolup gidiyor. Ve biz her “daha sonra” dediğimizde, aslında var olan tek gerçeklikten biraz daha uzaklaşıyoruz.
Zamanı kontrol edemem. Ama onu nasıl yaşadığım bana bağlı.
Artık günüm nasıl geçiyor değil, ben günün içinden nasıl geçiyorum, ona bakıyorum.
Kendime bir not:
Hiçbir şey sonsuz değil. Ama çoğu şey, tam da gerektiği gibi
Hâlâ öğreniyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder