Yolların başlangıcında Bodrum

Yolların başlangıcında Bodrum...
Uzun bir yolculuktan sonra görünen masmavi renkteki deniz herşeyi unutturuyor. Tatilin sessiz olmasına karar verdik, eğlenceyi biz yaratmalıydık, o yüzden merkezden uzak ve bu anlamda da popüler bir tatil istemiyorduk.

Bodrum-Gündoğan. Kendi halinde, sessiz, sakin, kendini denizin mavi rengine bırakmış, nadide bir yerleşim yeri. Bodrum'mun tarihi kadar güzel ve özel. Bodrum'daki diğer yerleşim yerlerine haksızlık etmek istemem ama sanki burada kendinizi kocaman bir havuza sahip gibi hissediyorsunuz. O kadar güzel bir koy burası; denizi kucaklamak, sevmek, yüzmek... Bir telaş, bir karmaşa yok burada. Defile yapacağım diyerek plajlar bu anlamda dolup taşmıyor. Pek çok yerden farklı olarak, gerçek bir doğa harikasına sahip burası. Sabahın erken saatlerinde başlıyor sessizliğin gizemi. Gördüklerim gözümü yormuyor, öğle saatlerine doğru biraz kalabalık olsa da fotoğrafın tamamı sade ve özgürlük dolu. İster istemez sonrasını düşünüyorum, mesela ertesi yıl ziyaretimde aynı manzara karşılar mı endişesini yaşıyorum. Çünkü Bodrum'da diğer yerlerde gördüğüm yok oluşmuşluk, o tepelere yerleştrilmiş beton yığınları, sessiz bir hal içinde burada da kendini gösterir gibi. Haliyle bu da sessizliğin dağılmasına, amaçların ve tatil anlayışının başka şekillerde değerlendirilmesine, plajlarda son ses müzik ile sanki deniz keyfi değil de günümüz beach anlayışı ile öylece kumsalda oturma çabası olacaktır.

Sanki doğanın bu güzelliği bozulmacayacakmış anlayışı ile tek renk evlerin sırasıyla tepelere yerkeştirilmesine izin verilecek; biliyorum bir kaç yıl sonra bu olacak. İşte bu yüzden korkuyorum. Kandırmaca hakim aslında, beyaz renk zorunluluk olsun ama betonlaşmaya dur denmesin zihniyetinden kaynaklı bu korku; adı üzüntü besbelli.

Deniz kenarına gelip de şöyle bir denize baktığımda birkaç tekne gözüme çarpıyor, anlaşılıyor ki onlar da sessizlik ile dans etmek için demir almış bu koyda. Amaç bu ve çok keyifli.

Ben Gündoğan'ı çok sevdim. Adına yakışır şekilde "Gün" en güzel haliyle doğmalı burada. Güneş ışıkları yakamozları tek tek denize serpmeli. Gözlerim kamaşmalı denize baktığımda. Deniz mavi olsun, hep bildiğimiz gibi.

İlk gün bu güzelliğe karşılık, hiç yerimizden kalkmamacasına sahilde pinekleyerek, uyuyoruz. Akşam sahil boyunca hoş ve romantik atmosfer ile yemekler yeniyor. Gece yarısından sonra ortama uyum sağlayan müzik de sessizce bitiyor. En doğalından sessizlik en güzel hediyesini sunuyor dolun aya karşı. İster istemez bu atmosferin yarattığı o romantik ruh hali ile başlıyor uzun süredir söylenmemiş şarkılar tek tek söylenmeye. Ben bile bu halde kendime şaşırdım bu anlamda; repertuar pek genişmiş.

Her gün aynı yaşanıyor gibi görünüyor burada ama her yeni gün farklı hissediliyor, yarattığı duygu çok başka. Her yeni günde içindeki çoşku ve heyecan başka şekilde açığa çıkyor...
Sabahları denizi kucaklamak, sahip olabileceğin en büyük havuz hissini yaşatıyor. İşte bu yüzden deniz çok temiz ve huzur verici.
İşin enteresan tarafı kaldığımız otel için ev kelimesini kullanmaya başlamamızdı." Eve çıkıyorum birşey isteyen var mı?" Daha önce gitmediğim bir yeri bu kadar benimseyeceğimi sanmıyordum. Fark ediyorum ki herkesde bu ruh hali var. Öyle ki tatil Arkadaşım kaldığımız otel odasının kapısına terliklerini kurusun diye bırakınca neyle karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anladım.

"Çocuklar gibi şendik"
Eğlenmek için çocuk olmak gerekli değil, bunu bir kez daha anladım! Tatile gidip de Aqua parka gitmemezlik olmazdı herhalde. Nasıl eğlendik, nasıl şenlendik anlatamam... İtiraf ediyorum ben biraz korkamışım, ya da buna tedbirli kişilik denilebilir. Parka ilk girişte nelere bineceğimize karar verdik. İlk önce en zor olanı seçildi. Kalabalık bir sıradan sonra hedef karşımda duruyordu. Görevlilinin istediğim kaydırağa doğru beni yönlendirmesi ve sonrasında kaymak için buraya oturduğumda içimden bir ses beni caydırdı. Vazgeçtim!! O kadar sıraya rağmen hiç birşey olmamış gibi kalktım ve çıktım. Taki turist bir çiftin benle dalga geçmesine kadar. Kollarını dirsekten katlayıp"gıt gıt gıt" tavuk takliti yaptılar bana. Hemen geri dönüp büyük bir cesaretle hedefe yöneldim ve başardım. Adrenalin şart, Tavuk olmamak gerekli...

Bodrum'u gözlemledim; hala büyüleyici, inkar edemem. Hala ilk girişte sizi bakışları ile etkiliyor, masmavi. Sonrasında bu büyüye rağmen gözüne beton yığınları çarpıyor. Tatil anlayışının başka yorumlandığı bir gürültü alıyor ve içine çekiyor istemeden. Hani yaşadığınız şehre benzer bir hava hakim etrafda. Günden güne de kocaman bir kent olma yolunda devam ediyor. Burası büyüdükçe, kaçış başlıyor diğer keşfedilmemiş koylara doğru, yeni keşiflere. Bu yeni keşifler de şehir hayatını tatil hayatına dahil ediyor maalesef. Tercih bu mu bilmiyorum? Değildir herhalde. Tercih kaçış besbelli, ama her gidilen yer bir diğerinin aynısı oluyor. Kayıp büyük o nedenle.
Şimdi biraz Bodrum'u tanıyalım; neden aşık olmuşlar buraya acaba? Bunu en güzel tarihin kendisi anlatıyor. İşte yolların başlangıcı Bodrum....

Binlerce yıllık geçmişi ile Ege'nin büyülü yeri. Tarih boyunca da dolu dolu yaşanmışlık sayesinde en asil haliyle hayran barakıyor kendine. Keşke Bodrum'u daha erken tanısaydım diyorum. Nereye baksanız masmavi renk yine de anlamlı haliyle yansıyor yüzünüze.

Tarih boyunca pek çok uygarlığı misafir etmiş Bodrum. Halikarnas denilince tarihçiler neden bahsedildiğini hemen anlar şüphesiz. M.Ö. 1100 yılların öncesinde yapılmış olan kale kalıntılarıyla karşılaşırlar gelenleri. " Tarihin Babası" olarak tanınan Herodot, Halikarnas'ta doğmuştur. Bolgede tarıh adına ılk yapı Aziz Peter (St. Peter) Kalesi'nin bulunduğu şimdiki küçük kayalık ada oluşmuş. Ne varki Halikarnas hakkında pek de açık bilgiler yok. Halikarnas hakkındaki ilk bilgiler M.Ö. 7. yüzyıla kadar dayanıyor. Karyalılar olarak bilinen bölge yerlilerinin yoğun ve şiddetli saldırılarından kendilerini korumak zorunda kalmışlar bir süre. Homeros "İlyada"sında Karyalılar'dan "dil barbarları" diye söz ederlermiş. (Birçok dilbilimci, Bodrum'un da içinde bulunduğu bölgedeki lehçenin Türkiye'nin batısındaki en kaba lehçe olduğunu belirtmiştir). Bu lehçe konusu beni hem şaşırttı hem de meraklandırdı. Eski tarihçiler, Karyalılar’ın Yunanlılar'a, miğferlerinin üstündeki sorgucu nasıl takacaklarını ve önceleri omuz hizasına savrularak kullanılmakta olan kalkan kabzasını nasıl kullamalarını sağlamışlar. Tarih okumak, araştırmak geçmişte yaşamış toplumların neler yaptıklarını ve bu döneme kadar nelerin değiştiğini en açık haliyle gösteriyor.

Bir Yunanlı'nın Salmakis'te han açmasıyla (bu han günümüzde, Bodrum limanının batısında, şimdiki Bardakçı Koyu'nun suları altında kalıyor.), Dorlar ve Karyalılar bu bölgeyi birlikte yönetmeye başlamışlar. Hatta Karyalılar, zamanla kolonidekilere oranla daha düzenli bir yaşantı kurmuşlar. Her iki ırk da barış içerisinde yaşamaya başlamış ve karşılıklı ticari ilişkilerde bulunmuşlar.

Bodrum'da Salmakis pınarının çok enterasan bir hikayesi var, anlatmadan geçemeyeceğim. Bu pınarın birçok rahatlatıcı özellikleri olduğu rivayet edilmiş. Bir başka rivayet de, içimi mükemmel olan bu suyun erkekleri efemineleştirdiği yolundadır. Bu iddialar sonucunda da Hermafrodit efsanesi doğmuş.

Anlatılanlara göre, güzellik tanrıçası Afrodit'in delikanlılık çağındaki oğlu, bir gün çeşmeden akan suyun oluşturduğu bir gölde yüzer. Gölün perisi Salmakis, ona aşık olur ve tanrılara tek bir vücutta yaşayabilmeleri için yalvarır. Dileği kabul edilir; tanrılar da yarı erkek, yarı kadından oluşan Hermafrodit'i yaratırlar.


En ilginç tarafı Bodrum'un bir kadın tarafından da yönetilmesi; M.Ö. 480'de yönetime geçen I. Artemis. Tarihte bu dikkat çekici kadına geniş yer verilmiş; "Erkekçe tavır ve davranışları onu savaşa sürükleyip. Yunanistan'a yapılan saldırıya, kadınlığını göz ardı ederek katılması, bu anlamda etkileyici olarak nitelendiriliyor.
Eğer Bodrum'a gidip de Antik Tiyatro'ya gitmedinizse çok şey kaçırmışsınız demektir. Klasik çağdaki Bodrum'dan günümüze ulaşabilen tek yapı Antik Tiyatro'dur. Bodrum'un ortasındaki Göktepe dağının güney eteklerindeki bu tiyatro, Anadolu'nun en eski tiyatrolarından biri. 1960'larda bir grup Türk tarafından restore edilen bu tiyatro, günümüzde de Bodrum'daki birçok festivale ev sahipliği yapıyor. Tiyatro'ya gidip de orada öylece oturmak, limandan çıkan ve limana yanaşan tekneleri izlemek, zamanın nasıl geçtiğini fark ettirmiyor. Göktepe dağına tırmanışta, taştan oyulmuş mezar taşları dikkat çeker. Roma ve Helenistik çağdan kalan bu oyulmuş mezar taşları, bir zamanların ölüm sembollerini hâlâ yaşatıyorlar. Mezarlarda görülen sembollerden biri de küçük "gözyaşı kapları"ndan oluşuyor . Bu yüksük büyüklüğündeki kaplar, yas tutanların gözyaşlarıyla doldurulup, ölüyle birlikte gömülürmüş. Bir kişinin öneminin artması, "gözyaşı kapları"nın sayısını da arttırırmış.

Nihayet 1523 yılında Kanuni Sultan Süleyman, buradaki şövalyeleri topraklarından kovmuş. Fakat bu yükseliş uzun süren krizler ve Osmanlı İmparatorluğu'nun düşüş dönemi ile son bulmuş. Bodrum 1770 yılında Rus donanması tarafından top ateşine tutulmuş ve sonrasında 1824'te Yunan ayaklanması sırasında Türk Donanma Üssü olarak kullanılmış. Birinci Dünya Savaşı sırasında "Duplex" adlı Fransız savaş gemisi Bodrum'u topa tutarak, karaya yanaşmak istemiş, ancak halk kahramanlık gösterileri ile Fransızlar geri gönderilmişler. Osmanlı İmparatorluğu, çöküş dönemi nedeniyle Bodrum'u 1919'da İtalyanlar işgal etmişler. Türk Kurtuluş Savaşı'nın kaçınılmaz zaferi sırasında, İtalyanlar 1922'de buradan sürülerek, Bodrum, olağanüstü güzellikteki doğal çevresinden dolayı, dinlence yeri ve yaşamın tadı çıkarılan bir belde olarak devam etmektedir.


Bu bilgiler doğrultusunda kaç uygarlığın Bodrum'u arzuladığını ve neleri göze aldığını en açık haliyle anlıyorsunuz. Bu kadar değerli bir yerleşim yerinin günümüz eğlence anlayışına ve kentleşmeye doğru hızla sürüklendiğini görmek üzücü.


Bodrum hala çok güzel, Bodrum hala büyüleyici....

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Etekleri Zil Çalmak

Prensip sahibi olabilmek

Özgün Olmak