Kaz Dağları Gezdikce I


28 Ekim Cuma günü başladı yolculuğun heyecanı….

Rotamız Kaz Dağları!

Gezi için buluşma noktamız da Piarloti. Saat 14:00 sularında Haliç manzarasına karşı leziz çaylarımızı yudumluyoruz. Burası bildiğim kadarıyla İstanbul’un ilk kurulma noktası, bu dönemdeki manzaraya bakıp bile İstanbul’un neden bu noktaya kurulmuş olacağını anlamak zor değil.

Topu topu iki gün kalacağımız Kaz Dağları gezisinde, her birimizin ayrı ayrı kocaman valizleri var… Buna dahil olmak üzere ben yastığımı da yanımda götürüyorum. Genellikle yolculuklarda uyurum!

Saat 15:30 sularında Eyüp’ten otobana doğru çıkıyoruz. İstanbul kendine yakışır şekilde yoğun trafikle uğurluyor bizi, trafik biraz zaman kaybettiriyor bize. İstanbul’dan çıkış saatimiz sanırım 18:00 civarıydı…

Tekirdağ yoluna girdiğimiz andan itibaren de yol boyunca sessizlik hakim… Atakan, Derya ve ben Kaz Dağları’na gitmeye hazır gibiyiz.

Derya ile yaklaşık altı yıldır tanışıyoruz. Çok zaman olmamasına karşın hayata bakışımız aynı değerde, ve en önemlisi bir araya geldiğimizde çok gülüyoruz. Daha doğrusu ben Derya’ya çok gülüyorum…

Atakan ile de bir önceki iş yerinden Ekspres Yatırım’dan tanışıyoruz. Kendisi ağır abi modunda bir karakterdir. İyi laf çarpar, özellikle de beni lafla döven ender kişilerdendir…

İki dünya şekeri arkadaşlarımla yola koyulmuş, öncesinden anlaştığımız müzik seçimleri ile yolculuğun keyfi; yüzde bin beş yüze ulaşıyordu… Tekirdağ’a vardığımızda gün batmak üzereydi ve gün batımı manzarası görülmeye değer bir güzellikte bize eşlik ediyor… Çal Nilüfer, çal eskilerden...

Eceabat’a varışımız saat 20:00 civarı… Buradan arabalı vapur ile Çanakkale merkeze geçeceğiz, şanslıyız ki Eceabat’a vardığımız gibi arabalı vapuru tam vaktinde yakalıyoruz. Vapura araç girişimiz yapılıyor, biz de boğaz manzarasını izlemek üzere araçtan iniyoruz. Ancak hava bize sanki hiç araçtan inmeyin der gibi kuvvetlice esmekte. Rüzgar bildiğimiz gibi, rüzgara karşı değil, normal şeklinde durabilene bile aşk olsun! Vapurun kamarasına denize uçmadan kendimizi atıyoruz çok şükür.. Sıcak bir çay burada güzel gider. Atakan da bunu düşünerek bize çay almış. Çanakkale'de hatırladıklarımdan biri de lezzetli tostlarıdır. Tost da söyledik, hatta salçalı tostu çok çok severim, ama bugünde salçalı tost keyfini yaşayamadım, varsın sonrasında yaşarız dedik biz de... Sıcak çay, lezzetli tost ile midemiz biraz da olsa şenleniyordu.

Çanakkale merkeze yaklaşmıştık, Geniş caddeleri, kordona doğru sırlanmış güzel evleri ile Çanakkale bizi en güzel haliyle karşılıyordu.

Kaz Dağlarına varışımız sanırım 1,5 saat sürebilir. Yolda da otelden ilgili kişi aramış, akşam yemeğine yetişip yetişmeyeceğimizi soruyordu. Bu gidişle yetişemeyecektik herhalde. Üçümüz de o kadar açtık doğrusu... şansa artık dedik, kısmette varsa yemek yiyebiliriz... Aracı Atakan kullandığından biz Derya ile arada bir kısa kısa uykuya dalabiliyorduk... Yol sahil kıyısından devam ediyordu. Sağ kısımda deniz manzarası, sol kısımda tepeler, ağaçlar görünüyordu... Bugün günlerden Cuma'ydı ve daha uzuuuun bir hafta sonu bizi bekliyordu... Güzel bir gezi olacaktı, dinlenecek, yeni yerler, yeni insanlar tanıyacaktık.

Saat 09:45 gibi Yeşilyurt Köyüne varıyorduk. Dik bir yamaçtan köy yoluna saptık... Etraf sağlı sollu çam ağaçları ile çevrili, ileride bir köyün varlığını düşünmek şaşırtıcı gibi görünüyor... 10 dakika sonra köy meydanına giriş yapıyorduk. Yol kenarlarında pek çok otelin tabelası vardı, nedense Erguvanlıevin tabelasını bulmakta zorlanıyorduk, bu sayede de yanlış yola giriş yapıyorduk... Dön dolaş kalacağımız oteli ararken, Atakan başka bir otelin bahçesinde aracı park etti ve bizim otelin nerede olduğunu sormak için araçtan indi, biz de derya ile bekleyişteyiz, ve inşallah bizim otelde burası kadar güzel bir yerdir diye konuşurken, Atakan geldi,

-Ben; "eee Atakan öğrendin mi bizim kalacağımız otelin yerini"
-" öğrendim, burası değil, buradan aşağı ineceğiz"
-"Peki bizim otel nasılmış, sordun mu güzel bir yer miymiş?"
-" Sordum sordum; Erguvanlıev nerde abi, nasıldır dedim?... Adam da ; Abi iyi ki orada kalıyorsunuz, bizim burası çok b...tandır dedi."

Bu dialog üzerine hafta sonu muhteşem eğlenceli geçecekti... Hepsi benim sayemde tabii :))

Nihayetinde ErguvanlıEvi buluyorduk, Otelin girişinde pek çok park etmiş araç vardı. “Hımmm bu kadar kalabalık bir yerse burası güzel demek ki :)”

Otelin sahibi bizi park yerinde karşılıyordu, yemek için bizi beklemişler, bu harika bir haberdi doğrusu.. Karnımız çok açtı ve aç aç uyumak istemiyorduk, Kaldı ki köyde oteller dışında yemek yenilecek bir yer de bulunmuyordu bu saatlerde...

Eşyalarımızı otelin girişine bırakıp hemen yemek bölüne geçtik.

Şirin şeker bir yer burası, Şömine de var üstelik...

İlk tarhana çorbası ikramı, yeşilliklerle bezenmiş leziz bir salata, sonrasında da balık keyfi... Nasıl güzel her şey, nasıl lezzetli her şey...

Saat 23:00 suları, yolculuktan, oradan, buradan sohbetler ile kendiliğinden uyumlu bir grup olmuştuk. Hatırladığım kadarıyla da sohbette benim 21 gün dinleme testimden de bahsediyorduk. Daha doğrusu bu gezi boyunca konu hep benim dinleme testime geliyordu...

Efendim ben 21 gün süren bir dinleme testine başlamıştım. Heyecanlı bir tip olduğum için, aynı anda pek çok şey düşünebiliyorum, bu nedenle de pek çok konudan da bahsedebiliyorum, yani sohbet sırasında birisi bir şeyden bahsediyorsa eğer bu konu hakkında bende de hemen bir başlık oluyor, ve bunu paylaşmak istiyorum. Bu nedenle de daha az konuşup dinlemeye karar verdim, daha çok dinleyip daha az konuşmaya çalışacağım... Testin 2. günü ve ben gerçekten dinliyorum...

Umuyorum bu gezide bu testi başarılı bir şekilde sürdürebilirim. Yoksa tekrar başa dönmem gerekecek :)

Otelin bahçeye açılan kocaman bir hayat denilen bölümü var; bizim oralarda evin girişinde bulunan açık bölüme hayat denir... Evdeki yaşamın büyük bölümü burada geçtiğinden dolayı buraya hayat denilmektedir. Bilmeyenler için, bu bölümlere veranda da denilmektedir.. Bence güzel bir kelimedir hayat kelimesi, her kültürün kendine has bir yaşam şekli vardır, ve bu yaşam şekillerinde oluşan sözler bana hep ilgi çekici gelmiştir.

Uzun yolculuktan sonra kahve güzel geldi, türk kahvelerimizi alıp otelin hayat bölümüne geçtik. Ancak hava biraz soğuktu, olsun soğuk olsun otel görevlileri bize hemen birer tane battaniye getirdiler... Mis gibi hava da kahvelerimizi yudumluyorduk... Sohbet hiç bitmiyordu birde, hep konuşacak bir şeyler buluyorduk. Konuşacak bir şeyler bulamazsak Atakan ile tartışıyorduk, Derya ile Atakan bu gezide tanışıyorlardı, ancak hiç yabancılık çekmeden Derya’da her sohbetimize dahil oluyordu... Güzel, çok güzel bir hafta sonu olacak...

Bu sürede zamanın nasıl geçtiğini fark edememiştik ve bulunduğumuz bölümde bir tek biz kalmıştık. Sanırım otel görevlileri de bizi bekliyorlardı... Bunu fark edip odalarımıza geçtik... Tavsiye ederim eğer bu taraflara yolunuz düşerse ErguvanlıEv’e muhakkak uğrayın lütfen. Her odanın farklı adı bulunuyor, ve dekorasyon çok güzel... Bizim odanın adı "gelincik"... Uzun yolculuk sonrası hemen uykuya dalıyorduk....

Sabah erken kalkıp etrafı dolaşacaktık, ancak çok da erken kalkamamıştık... Saat 08:30 gibi uyanmıştık... Derya ile en hızlısından bir hazırlık yapmış ve Atakan'ı aramıştık. Ancak Atakan henüz uyanamadığını sonrasında bize katılacağını belirtmişti.

Gündüz gözü ile Kaz Dağlarında olmak çok başka, otelin hayat bölümü kocaman bir balkona/bahçeye açılıyor, balkon yeşilliklerle dolu, masalar sıralı ve özenli bir şekilde düzenlenmiş, bizim masamız bize özel 3 kişilik hazırlanmış, sağımızda ve solumuzda tepelere doğru çam ağaçları serilmiş dizi dizi, tam karşımızda da deniz manzarası... hava desem tertemiz missss gibi, güneş ışıkları her bir renkte ışıl ışıl yansıyor... Bugün öylece burada oturabilirim... Öylece hiçbir şey yapmadan güneşe karşı oturabilirim... Öylece hem de hiç konuşmadan miskin miskin oturabilirim.. Bu düşüncelerde bizim kahvaltı masamızda bir erkek oturmaktaydı… Oooo Atakan meğer bizden önce uyanmış ve manzaraya karşı da keyfine keyif katmaktaydı. O’nu aradığımızda da bizle dalga geçmişti…

Evet gelelim tatilin en güzel yanına, kahvaltı sofrasına… Yeşilliklere kurulmuş masamızda, mis gibi havada, ışıl ışıl güneş ışıklarının yansıdığı bu masada yok yok… Çeşit çeşit peynirler, çeşit çeşit reçeller, daha öncesinde karpuz reçeli yememiştim. Burada karpuz reçeli keşfettim… Limon/nane reçeli müthiş lezzetli… Normal şartlarda çay keyfim yoktur. Ancak kahvaltıda çay içmeyi çok severim. Benim 3 adet çayıma arkadaşlarım 1 adet çay ile karşılık veriyorlardı. Sünger edasında çayları yudumluyordum ….

Burada kahvaltı bir gün sürebilir hiçbir itirazım olmaz, nasıl huzurlu bir yer burası, o kadar yemekten sonra bile zindesiniz, bir yorgunluk bir ağırlık söz konusu değil … Havası suyudur burasının özelliği, Çanakkale’li olduğum için değil…

Kahvaltı sonrası çevre köyleri dolaşacağız…

Bu tarz gezilere özel araçla gelmek en rahatı sanırım, gezilecek çok yer var ve daha özgür hareket etmek açısından da önemli…

Yorumlar

Adsız dedi ki…
sevgili fethiye, sayfana giris yaptigim anda muzik kutusunda bulent ortacgil calmaga basladi.guzel geldi, sonra yazilarina goz attim, eglenceli ve keyifli. yasama bakisin icin seni tebrik ederim. baska yerlerdede yazilarini okumak dilegiyle.tsklr
selamlar,
Ebru Gundogan

Bu blogdaki popüler yayınlar

Etekleri Zil Çalmak

Prensip sahibi olabilmek