bir taş ile beş kuş vurdum bu yazıda....


Bu ayki Atlas dergisi editör köşesini okuduğumda düşündüğüm şey; bu yazıyı ben yazmalıydım oldu. Aslında bunu her ay söylüyorum. Kesinlikle bu yazıyı ben yazmalıydım, nasıl olur da kafa yormadım diye hayıflanıyorum kendime.
Özcan Yüksek, her ay lezziz yazıları ile bana fark etmeyi, farkında olmayı ve nasıl farklı oluru gösteriyor.
Özcan Yüsek; Atlas dergisi genel yayın yönetmeni. Aynı zamanda yazar, aynı zamanda kendisi hukuk eğitimi almış. Aynı zamanda mesnevi araştırmacısı. Ne düşünmek isterseniz var.
Yüz yüze tanışmasam da kendisi ile sohbet etmek fırsatını yakaladım.
2009 mayıs ayı ve yine Atlas dergisini heyecanla almışım, sayfalarını çeviriyorum. Satıları okurken bitmesini istemiyorum yazının. Ancak yazının sonu gelse de bu yazı benim düşüncelerimde uzun süre yer ediyor.

Buna ek bende yer eden başka şey de Atlas dergisinde çalışma isteğim. Bir şeyin olması için istemek yeterli değil, harekete geçmek gerekli değil mi?
Ben de Atlas Dergisinin internet sayfasından bir mail adresi bulup, yayın yönetmenleri ile görüşmek istediğimi belirttim. Cevap geleceğinden emindim, hatta editörün mail adresini rica ettim. İki günün sonunda mailime bir cevap geldi ve istediğim bilgi buradaydı.

Öz ve kısa bir mail yazarak, biraz da yalvararak beni Atlas dergisinde işe alın notunu da ekleyerek derginin GYY'ne maili gönderdim.

Bu arada bir ay öncesinde dergide bir gezi yazım yayımlanmıştı. Bundan da bahsettim, Gezdikce'den bahsettim, blogumdan bahsettim. Bankacı kimliğimden bahsettim; ilişiğe kesinlikle fotoğrafımı eklemedim :))
Cevap geldi; mail gönderdikten yaklaşık iki saaat sonrasında cevap geldi.
Ben boşuna yıllar yılı boyuma erişecek kadar atlas dergisi okumamışım. odamdaki bir duvarı kaplayacak kadar dergi koleksiyonuna sahip olmak ve bunlara gözü gibi bakmak boşuna değilmiş meğer, Atlas dergisinin genel yayın yönetmeni mailime cevap döndü.
Öncelikle güzel bir mesajdı, çalışmalarıma devam etmemi, bu çabalarımın sonuçsuz kalmayacağını, ancak şuan için eleman arayışı içerisinde olmadıklarını o kadar uslubu yerinde dile getirmiş ki, ilk kez hayır cevabı bu kadar onure etmişti beni...
Ben de kendilerine naçizane ikinci mesajımı göndermiş ve eğer İstanbul hakkında bir köşeleri olursa seve seve gönüllü olarak çalışacağımı belirtmiştim küçük ilişik mailim ile:))
Hemen gelen cevap; sizi anımsayacağım dı!
Yazar olamk başka bir şey, kelimeleri seçmek, Türkçe'yi doğru kullanmak ve kelimelerin anlamlarına anlam katmak. Aslında kişiyi bu sayede değerli kılmak.

Bir taş ile iki kuş misali değil mi?
Aradan neredeyse bir yıl geçti, kendimi geliştirmek adına pek çok şey yapmaya çabalıyorum!

İşte bu yüzden her ay Özcan Yüksek'in köşesini okurken bu yazıyı ben yazmalıydım düşüncesi hakim bende...

Bu ayki yazısından biraz bahsetmek istiyorum;
Damlaya damlaya göl olur atasözümüz;
hep bize öğretilen tutumlu olmak ana fikriydi. Aslında damlaya damlaya göl olur lafı tam da söylendiği gibi değil mi? Atalarımız boşuna söylememiş, bir damla iki damla üç damla... Damlalar, yağmurlar, sonrasında göller oluşmakta. Yağmur yağmadıkça, toprak kurumakta, göller kurumakta...
Yağmur yağmadıkça doğa yok olmaya başlamakta.

Peki bunlar konuşulmazken gündem şuan nedir? Gündem şuan domuz gribi illeti denilen suni bir vesvese! Adı gibi domuz bir konu! Ya da organizması bozulmuş yiyecekler! Ya da 2010 da gelecek yeni kriz beklentisi, aman allahım bugün de mi borsa düştü?(!).
Hasta olan, düşen, kriz yaratılan... İşte herşey insan oğlu ile gerçekleşmekte... Peki ya doğanın sahip oldukları nasıl kendini koruyacak?
Bir müddet sonra doğa kendine ait olanı beş katı ile geri almayacak mı? Bildiği yoldan, engel tanımadan değil mi?
Sanatçı olmak başka birşey, okumak yazmak, çizmek ve bunların üzerine düşünmek, düşündürmek ve en önemlisi duyarlı olmak değil mi?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Etekleri Zil Çalmak

Prensip sahibi olabilmek