Kendini Saklamak, Başkasına Yüklemektir


Çünkü susarak anlaşılmayı beklemek, karşındakinden senin iç savaşını sezmesini istemektir. Oysa kimse bizim iç sesimizi duymaz, söylemedikçe.

Hayat bana en çok şunu öğretti: İnsanlar duygularını bastırmakta ustalaştıkça, ilişkilerde yavaş yavaş görünmezleşiyorlar. Ve bu görünmezlik, sessizce içten içe bir kırgınlığa dönüşüyor.

Zamanla fark ettim ki; beklentilerimi dile getirmediğimde karşımdakiyle aramda görünmeyen ama giderek büyüyen bir duvar örülüyor. “Zaten anlamalıydı” düşüncesiyle kendimi sessizliğe gömerken, aslında kendi kırgınlığımı hazırlıyorum.

Albert Camus bir yerde şöyle der:

“Yanlış anlaşılma korkusu, çoğu zaman kendimizi ifade etmemekten gelir.”

Ben de bir dönem, duygularımı açıkça dile getirmek yerine davranışlarımla anlatmaya çalıştım. Sessiz fedakârlıklar yaptım, anlayış gösterdim, hep “anlasın” diye bekledim. Ama kimse bizim iç sesimizin tercümanı değil. Kendimizi dile getirmediğimiz sürece, anlaşılmak sadece bir hayale dönüşüyor.

Virginia Woolf şöyle söyler:

“Kendi duygularını bastıran biri, eninde sonunda başkalarının duygularında boğulur.”

İlişkilerde bazılarımız sürekli verir, bazıları hep güçlü kalır, bazılarıysa terk edilme korkusuyla tetikte yaşar. Ama bütün bu davranışların temelinde tek bir şey yatar:

Görülmek. Duyulmak. Anlaşılmak.

Beni en çok zorlayan dönemlerde, kendimi ifade etmek yerine susmayı seçtiğimde içimde bir yük birikti. Bunu sevgi zannettim, anlayış zannettim. Ama o yükü ben inşa ettim. Ve suskunluğumla, karşımdaki kişiye beni ‘anlama’ görevini yükledim. İşte bu yüzden:

Kendini saklamak, başkasına yüklemektir.

Carl Jung şöyle der:

“İyileşmemiş duygular, kader olarak karşımıza çıkar.”

Konuşulmayan her his, ertelenen her duygu, bastırılan her ihtiyaç bir gün başka bir çatışma olarak önümüze gelir. O anda neyin canımızı bu kadar acıttığını bile tam anlayamayız. Çünkü mesele o an değil, çok daha öncesindedir.

Ben artık şunu öğrendim: Kendimi anlatmadığımda, kırılmayı da baştan kabul etmiş oluyorum. Duygularımı yutmamayı öğreniyorum. Kırılmaktan korksam da, suskunlukla kendi içimde büyüttüğüm yükten daha hafif geliyor her kelime. Çünkü biliyorum ki:

Hiçbir ilişki, susarak sürdürülebilecek kadar güçlü değildir.

Ve hayat…

Ancak kendimizi olduğumuz gibi ifade ettiğimizde bize hafiflemeyi, bağ kurmayı ve sahici ilişkileri sunuyor. Belki de asıl mesele, içimizdeki kelimelere izin vermek. Çünkü ifade edilen duygu iyileşir, susan duygu ise ağırlaşır.

Eğer sen de bir şeyleri hep içinde tutan, “anlarsa anlasın” diyen taraf olduysan; bil ki yalnız değilsin. Ama bundan sonra her duygunun bir dili, her ilişkinin bir dürüstlüğü hak ettiğini hatırlamak mümkün.

Susma. Çünkü sesin, senin varlığındır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Prensip sahibi olabilmek

Etekleri Zil Çalmak

Nerde kalmıştık!